Bu ve buna benzer gazete manşetlerine, benim gibi yaşı 55’in üzerinde olanlar belki hemen anımsayacaklardır, özellikle 70’li yılların ikinci yarısından sonra sıkça rastlanırdı. Tarih kendini daima tekrarlamaz ama “tarih bazen uyaklı dizelerle konuşurmuş misali” Sanırım bugünlerde benzer bir noktadayız.

Çünkü 70’li yıllarında yine anımsayacaksınız, dünya ekonomisinin geneline bakıldığında enflasyon ve stagflasyon denilen ekonomik durgunluk sıkça görünmektedir. Bugünlerde iktisadi açıdan tüm dünyada kimileri çoktan buldu ama çoğunluk yeni bir “kriz yönetim modeli” aramaktadır. Dikkatler, tam istihdam ve büyümeden enflasyonla, sendikal hareketle, refah devletinin kurumlarıyla mücadele üzerine kaymaya başlamış durumda gözükmektedir. Dünya iktisat tarihine bakıldığında 70’lerin sonlarında ABD’de hızla artan faizler, 80’lerde çevre ülkelerde borç, döviz kaynaklı krizlerini tetiklemekteydi. Bu ülkeler kaynak edinme karşılığında ekonomilerini IMF-Dünya Bankası ikilisine teslim etmeye zorunda kalıyorlardı. ‘Merkez ülkeler’ diye adlandırılan Batı dünyası içindeki çoğu ülkede yeni merkez sağ yükseliyor, sosyal demokrat modeller, neoliberal yeni modeller benimseniyor, Latin Amerika’dan Uzakdoğu’ya, Kuzey Afrika’ya antikomünist ve kanlı askeri rejimler mevcuttu. ABD, SSCB ile uzlaşma ve dengeye dayalı “detant” politikalarını terk ederek, “yıkarak, açma” politikasını benimsiyordu. Anımsayacaksınız, Türkiye, o dönemler ve izleyen süreçlerde yaşanan gelişmelere bakıldığında adeta bir “sismograf gibi” her şey yansıtılıyordu. Türkiye’de ekonomide bilhassa 70’lerin ikinci yarısında, enflasyon hızla artarken, büyüme hızla düşüyor, dış kaynak sıkıntısı altında bir döviz, borç krizi ortamı oluşuyordu. Düzen partileri egemen sermayenin basıncı altında, ulusal kalkınma modelinden uzaklaşarak neoliberal modele yöneliyorlardı. Sendikal hareket bu yönelişe direniyordu. Parlamenter sistem artık istikrarını kaybetmişti. Sosyalist hareket faşist hareketle savaşıyor, bir seçenek oluşturmasını önlemeye çalışıyordu. Bu mücadelenin yanında sendikal hareketler görkemli 1 Mayıs kutlamaları, geniş çaplı grevler ve mitingler düzenleyebiliyordu. Ekonomik kriz derinleşirken büyük sermayenin yayın organlarında bir darbe olasılığı konuşuluyordu. 12 Eylül 1980’de epeyce kanlı sayılabilecek bir darbe, üzerimizden gelip geçtiğinde, ekonomide neo liberal model, sol harekette demokratkleşme artık egemen hale gelmişti. Siyasal İslam’ın entelijansiyası sayılan liberalizmin saygın salonlarında ağırlanıyordu. Ülke ötekini tanıyarak demokratikleşmeliydi. O döneme uyum sağlama çabaları daha sonra inançlara saygılı, liberal politikalarla gayet uyumlu özgürlükçü sol veya sosyal demokrat, denilen ama aslında TOTOLOJİ (mantık silsilesi içinde her zaman doğru olan bir ifade biçimi) diye tanımlanan bir anlam üretecekti.

Ama yine anımsayacaksınız o yıllarda yine de gündemde stagflasyon vardı. ABD ve Avrupa’da faizler sürekli artıyor, bezim gibi az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde borç krizleri gündemdeydi. ABD, SSCB’yi, Afganistan’a çekerek aslında onları iktisadi krizlere sürükleyecek bir hedef oluşturmuştu. Şimdi bugün ise Rusya’yı Ukrayna’ya çekerek aynı hedef ve amaç peşindedir. Bugün de bir yeni ekonomik model arayışları vardır. Daha şimdiden dünyanın kimi ülkelerinde küresel düzeyde gerçekleşen askeri darbeler yeniden sıklaşmaya başladığı gibi bazı ülkelerde de askeri darbeler yerine sivil unsurlarla demokrasi yoluyla otoriter rejimler inşa edilmektedir. Türkiye tüm bu anlattıklarımı aslında , “sismograf gibi” yansıtmaktadır. Enflasyon resmi rakamlara göre yüzde 80’lerde bağımsız kuruluşların hesaplamalarına göre yüzde 140’lar seviyesine çoktan erişti. Tüketim yoluyla büyüme modeli çılgın biçimde Hiper enflasyona doğru hızla gidiyor. Türk Lirası hızla değer kaybediyor. Cari açık 50 milyar doları çoktan aştı.. Bir yıllık borç servisi 188 milyar dolar seviyesine ulaştı, dış kredi risk primi 800 baz puanda dolaşıyor. Kısacası gündemde yeni ve bu kez aşılması çok zor görünen bir borç krizi de vardır. Bu kez, ülke süreç olarak biraz üstü örtülü gibi görünse de yeni model bir faşizm içindedir. Sosyal demokrasiyi temsil eden ya da daha doğru bir deyimle solu, sosyal demokrasiyi temsil ediyor gibi görünen CHP,  bugün için merkez sağa göz kırkıyor gibi görünerek siyasal İslam’ın cazibesine kapılmış durumda, “özgürlükçü laiklik” gibi bir totoloji üretmekten başkaca bir şey yapmamaktadır. Yazımın başında belirttiğim gibi ‘UYAKSIZ DİZELER’ de vardır. Dün, yani 42 yıl öncesini 12 Eylül 1980’i kast ediyorum, parlamenter rejim askeri darbeyle geçici olarak askıdaydı. Şimdi ise, çoktan işlevsizleşti ve seçimlere giderken baskı ve şiddet ki sözünü ettiğim şiddet salt fiziksel değil simgesel biçimde de baş göstermekte hızla artmaktadır. Dün yargıda, DGM’ler bile hukuksal yargılama prosedürlerine harfiyen uyarken, bugün somut delil, ispat hakkı gibi kavramlar prosedür anlamını çoktan yitirmiştir. Dün gündemde “24 Ocak kararlarının getirdiği iktisat modeli” vardı, bugün ise ekonomide tam anlamıyla bir belirsizlik egemendir. Dün ekonomiyi toparlamak dış destekle de olsa olanaklıydı ama bugün çökmesini önlemek hızla olanaksız hale gelmiştir. Tüm bunlara ek olarak, bugün, enerji, gıda maddeleri ve ilaç tedariki krizleri hızla derinleşmiştir. Yani tam anlamıyla geri dönülemez noktaya erişmek üzere bir ’FELAKET YAKLAŞIYOR, GELMEKTEDİR’ Ne yazık ki hem mevcut iktidar hem de muhalefetin tüm bileşenleri “Çukura düştüysen kazmaya devam etme” uyarısına aldırmadan çukuru kazmaya devam etmektedir!..