İĞNE HATASI

1974 yılı ekim ayının 28'inde Bitlis'in şirin ilçesi Tatvan Sağlık Ocağı'nda göreve başladım. Üç yıl boyunca görev yaptığım bu güzel ilçede hiç unutamayacağım çok güzel hatırlarımız oldu Bu da onlardan birisi. Sağlık ocağımızda iki doktor, iki hemşire, altı ebe, bir şoför, bir sekreter, bir trahom savaş memuru bir de hizmetli görev yapıyordu. Kadroya tek eksik olan sağlık memuru, yani ben göreve başlayınca bütün kadro tamamlanmış oldu.

Tatvan o zaman doğunun en büyük, en şirin ve en güzel ilçelerinden biriydi. Merkez ve köyler olarak yaklaşık 40 bin nüfusa tek sağlık ocağı olarak hizmet götürmeye çalışıyorduk. Merkezde hasta muayenesi, iğne pansuman, gebe bebek takipleri aşılama eğitim ve diğer bütün sağlık hizmetlerini yaparken; köylerde de hasta muayenesi, bulaşıcı hastalık takibi, çevre sağlığı ve aşılama hizmetlerini yapıyorduk. Sağlık ocağımızda yapılan görev bölümünde iğne pansumanı her gün değişmeli hemşire ve ebe arkadaşlarla beraber ben yapıyordum. Tatvan biraz mutaassıp bir yer olduğundan iğne için gelen kadınlar bana pek iğne yaptırmak istemedikleri için ebe veya hemşire hanımlar iğnelerini yapıyordu, aynı şekilde erkekler de kadınlara yaptırmak istemeyince onların iğnesini de ben veya Necati Efendi yapıyorduk. Bilhassa köylerden gelenler erkek olsun kadın olsun hep trahom savaş memuru Necati Bey'i ararlardı, çünkü o kendini köylerde hep doktor olarak tanıtmıştı. Gelen vatandaşa doktoru gösterdiğimizde onlarda hep "Biz o kafası kel olan doktoru arıyoruz." derlerdi, biz de onu gösterir gülerdik. Bir de Hemşire Mükerrem abla mecbur kalır da erkeklere iğne yaparsa dakikalarca ellerini yıkar uzun süre söylenir dururdu. O zamanlar pek şimdiki reçete kontrolü bilgisayar kayıt gibi şeyler pek olmadığı için kim eline bir iğneyi alıp gelse, doktorun yazıp yazmadığını fazla araştırmadan hemen yapardık. Şimdi doktor yazmadan, elinde reçetesi bulunmayan veya bilgisayara kaydı olmayan iğneyi yapmak veya penisilin türü iğneleri hastane dışında sağlık ocaklarında bile yapmak mümkün değildir.

Bizim yeni mezun ve yeni atanan ebe hanımlardan birisi nöbetçi olduğu gün mahalleden bir kadın eline alıp geldiği bir iğneyi hiç reçetesi var mı yok mu sormadan doğru dürüst incelemeden acele tarafından kadına yapıyor. Kadın enjeksiyon odasından çıkıp bekleme salonunda oturmaya başladıktan kısa bir süre sonra fenalaşıyor. Biz içeride bir şeyden haberimiz yok. Salonda yanında oturduğu kadının kucağına yığılıp "Ay ben fena oldum." diye başlıyor çırpınmaya. Aniden kapı açıldı Divan Efendi telaşla "Aslan Bey yetişin salonda bir kadın fenalaştı, ölüyor." diye bağırınca hemen fırlayıp salona çıktım, kadın arkadaşın kucağında yarı baygın halde elleri ayakları titriyor, yüzü kıpkırmızı olmuş, gözleri yuvalarından fırlamış, nefes almakta zorlanıyor, boğazından hırıltılı sesler çıkarıyordu.

Dr. Selim Bey, hemşire, ebe arkadaşlar bütün kalabalık başında toplanmıştık. Dr. Selim Bey bir taraftan ben bir taraftan kadının nabzını, tansiyonunu ölçmeye çalışırken bir taraftan da durumu öğrenmeye çalışıyordu. "Ne oldu bu kadına böyle Divan Efendi?" Divan Efendi telaşla korkuyla "Şey... Doktor Bey, biraz evvel bu kadına ebe hanım iğne yaptı." diye cevap verdi. Dr. Selim Bey bu defa ebe hanımlara döndü "Kim yaptı bu kadına iğneyi?" diye sordu. Yeni gelen Ebe Hanım çekine çekine korkarak boynunu büktü "Ben yaptım Doktor Bey." diye cevap verdi. "Ne iğnesi yaptın kızım hatırlıyor musun?" Ebe Hanım ağlamaklıydı zoraki konuştu "Doktor Bey, bu benim ağrı kesici iğnem, dedi. Ben de fazla incelemeden hemen yapıverdim." Dr Selim Bey hemen Divan Efendi'ye döndü "Divan Efendi getir bakalım o çöp kutusunu bakalım ne iğnesi yapılmış." Divan efendi hemen fırlamış çöp kutusunu getirdi. Daha yeni yapıldığı için en üstte şişesi öylece duruyordu. Dr Selim Bey şişeyi aldı biraz inceleyip yazılarını okuyunca hiç telaşa kapılmadan Ebe Hanım'a döndü-"Kızım sen ne yaptın bu kadına sen hayvan iğnesini yapmışsın, sen bunun kutusunu şişesini hiç okuyup incelemedin mi?" Ebe Hanım çok korkmuştu. "Doktor Bey bilemedim aceleye geldi." diyerek ağlamaya başladı. Dr. Selim Bey gayet soğukkanlı bir şekilde ilaç dolabına ve depoya baktı, alerji ilacı kalmamıştı, eczanede uzak olduğu için son çare olarak hemen telefona sarılıp hemen yan tarafımızdaki askeri hastaneyi aradı. Durumu izah edince üç beş dakikaya kalmadan ilaçlarla beraber Hastane Başhekimi hemen kapıdan göründü. Dr. Selim Bey az çok durumu tekrar izah edince hemen yanında getirdiği iki tane iğneyi karıştırarak kadına yaptı. "Hiç korkmanıza telaşlanmanıza gerek yok, biraz sonra kendine gelir." diyerek, oturup beklemeye başladı. Biz de hep beraber heyecanla beklemeye başlamıştık. Gerçekten de dediği gibi beş dakika sonra kadın gözlerini açtı rahat nefes almaya başladı, biz de hemen tansiyonunu nabzını ölçtük.

Yavaş yavaş her şey normale dönmüştü. Kadın heyecanla masada doğruldu "Ne oldu bana?" diye söylenmeye başladı. Biz kadını bir süre daha eve göndermeyip iyice iyileşmesinden emin oluncaya kadar masada beklettik. Dr. Selim beyle Hastane Başhekimi içeri girip birer kahve içtiler, sohbet ettiler. Kadın artık iyice kendine gelmişti. Hastane Başhekimi son bir kez daha kadını muayene ettikten sonra hepimize dönerek "Arkadaşlar sakın iyice incelemeden okumadan, hatta hatta doktor reçetesi olmadan sakın kimseye iğne yapmayın, haydi hepinize geçmiş olsun." diyerek, sağlık ocağımızdan ayrıldı. O gittikten sonra Dr. Selim Bey bütün arkadaşları topladı ve birlikte bir durum değerlendirmesi yaptık. O günden sonra doktor reçetesi olmadan, iyice incelenmeden, hele hele penisilin grubu iğneleri çok mecbur kalmadığımız sürece yapmamaya ve bir de trahom savaş memuru Necati Bey'e iğne yaptırmamaya karar verdik. Ama yine de 30 yıllık memuriyet hayatımızda mahrum yerlerde, dağ başlarında öyle doktor, reçete bulunamayan veya mecbur kaldığımız durumlarda çok iğne yaptığımız oldu ama Allah'a çok şükür başımıza bir daha böyle bir şey gelmedi. İşin bir de ilginç yanı bizim Ebe Hanım'ın yanlışlıkla iğneyi yaptığı kadının kocasını Divan Efendi sağlık ocağımıza çağırmış, adam kızgınlıkla hanımına "Sen kör müsün bu yanlış iğneyi alıp geliyorsun, az kalsın ölüyordun. Zavallı Ebe Hanım'ın da başını belaya sokup, yakacaktın." diye bağırmış, en az onun kadar suçlu olan bizi ve Ebe Hanım'ı üzmemek ve suçlamamak olgunluğunu göstermişti. İşte bizim insanımız böyledir.