HUZURSUZ HAYATLAR BELİRSİZ ZAMANLARDA YAŞANIR

Tarih; Türk basınının usta gazeteci/yazarlarından Güneri Cıvaoğlu’nun sanırım 2014’de yayımlanan bir makalesinde belirttiği üzere, tarih yine “istikrarın kural değil istisna olduğunu” kaydetmektedir. Ekonominin sadece bizde değil, dünya üzerindeki ülkelerin çoğunda, küresel boyutta büyük sorun arz ettiği bir dönemde, yani şu sıralarda gündemdeki yerini koruyan (enflasyon içinde durgunluğu) ifade eden ‘STAGFLASYON’ sözcüğü, ilk kez 1970’li yılların başında, o dönemin iktisatçıları tarafından ortaya atılmıştır. Ancak o zamanlar, kapitalist uygarlık yaklaşık 35 belki de 40 yıl sürecek ‘yönü ve temel özellikleri belli” olduğuna inanılan iktisadi bir döneme giriyordu. Bu dönemde ‘piyasaların serbestleşirken bireysel özgürlüklerin de giderek gelişeceği öngörülüyordu.’ Sonrasında ise, ‘iktisadi küreselleşme ile dünya ekonomisini bütünleştireceği ve artık demokrasi, insan hakları ve toplumsal/ etnik hatta dinsel temelli kültürlerin de bu yolla kaynaşma döneminin başlatılmış olacağı varsayılıyordu. Böylece yani iktisadi küreselleşme sayesinde finansal risklerin de yayılarak zayıflayacağı ve giderek ortadan kalkacağı öngörülüyordu. O yılların yani 1970’lerin iktisatçıları, finansal oyun kurucuları, hatta toplum mühendisleri, kapitalizmin bu aşamasında enflasyon ve iş çevirimlerinin geride kaldığını, artık büyük (MODERASYON) yani sistematik ve üretken biçimde bir gruba veya zümreye ya da sosyal sınıfa çalışması amacıyla yardım edilmesinin şart hatta kaçınılmaz olduğunu savunuyorlardı. O zamanlar yalnızca beş veya 10 yıllık değil, 40- 50 yıllık planlar yapılabileceği öngörülüyordu. Bu türden iktisadi inançlar 2000’li yıllara hatta 2008’lere kadar süregeldi. Ondan sonraki süreçte ise ‘ekonomi dünyasında’ tüm bunlar sanki unutuldu, başka şeyler konuşulmaya başlandı, sizlerde anımsayacaksınız!.

İsviçre Davos’ta 2008 yılında yapılan küresel ekonomi zirvesinde toplantıların yapıldığı salonda sahneye fırlayan İtalyan bir iş insanı kızgınlık ve öfkeyle, “Hani piyasalar kendi kendine dengeye gelecekti!” diye hesap sorup haykırdı. O Avrupalı iş insanı “bu küresel krizin sorumlusu kim, çıksın ortaya!” diyordu ağlamaklı haliyle. O yıllarda olduğu gibi bugünde dünya finans piyasalarının ‘GURUSU’ gibi lakaplarla anılan FED başkanı Greenspan, Davos’un hemen ardından, Amerikan Kongresi Soruşturma Komisyonu’na küresel finansal krizlerle ilgili ifade verirken “tüm dünyanın iktisadi ve finansal görüşleriyle düşüncelerini yeniden gözden geçirmek hatta değiştirmek zorunda olduğunu söylemek zorunda olduğunu’ kaydedecekti. Tüm bunları anımsatmamın, anlatmamamın nedeni şudur. Günümüzde iktisadi gündem; JEOPOLİTİK, KÜRESELLEŞME EKSENLİ OLARAK ÇÖZÜLME EĞİLİMİYLE UZUN SÜRECEK DURGUNLUK BELİRTİLERİ TAŞIYAN STAGFLASYON SÜRECİNE ÇOKTAN GİRMİŞTİR” Bilmem farkında mısınız?..

Ancak bu yani süreçle öngörüm şudur; Bu kez bu girilen ama öngörülemeyen süreçte tıpkı 1970’lerde olduğu gibi büyük bir ‘MODERASYON’ beklentisi ve hatta çabası yoktur, kanımca olmayacaktır. Üstelik tüm bunlar yetmezmiş gibi, “sığınmacılar krizi, süreç olarak faşizmin yoğunlaşarak artması, süper zenginler ile sefil yoksulların artış göstermesinin yanında açlık tehlikesinin baş göstermesinin getirdiği kıtlık tehlikesi ve belirsizlik, dahası toplumsal boyuttaki huzursuzluk derinleşmeye devam etmektedir. Tüm bunlar yaşanırken demokrasi talepleri ise sadece ve yalnızca bir anlık mıydı?” gibisinden sorular ‘belki de gayet anlamsız kalmasına rağmen’ gündemdeki güncel yerini korumaktadır, BENCE..

Geçen yılın yani 2022’in Kasım’ın açıklanan Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Raporu’nda iki çarpıcı grafik bulunmaktadır. O raporun birincisinde, gelişmiş ülke halkları arasında dünyanın durumuna ilişkin olumsuz görüşleri betimleyen iktisadi eğrilerin 1900-1980 arasından düşük düzeyde dalgalandıktan sonra tırmanmaya başladığını, 2000’li yıllarda ise hızlandığını, yani “girilen büyük resesyon” ile birlikte ivme kazandığını görülmektedir. İkincisi ise; Grafik küresel İnsani Gelişme İndeksinde sergilenmektedir. Bence bu indeksin eğrisinde görülen daha doğrusu görülmesi gereken resesyonun 1900’dan bu yana sürekli tırmanırken son iki yılda, tarihinde ilk kez kırılarak düşmeye başlamış olduğudur. O rapor, bütün ülkelerin halkları arasında, yaşama ilişkin güvensizlik algısının, olumsuz duyguların, gelir skalasının en üst yüzde 10’u hariç, sınıf ve gelir farklarına karşın arttığını da göstermektedir. Yine o rapora göre stres, bu kesimlerde, eğitim farklarından bağımsız olarak 2010’dan bu yana güçlü bir artış eğilimi sergilemektedir. Böylesi durumlarda, ister istemez, kendime soruyorum, nasıl sergilemesin ki, diye..

Bugünlerde, ister politikacı, ister iktisatçı olsun, hiç kimse, daha özgür, daha demokratik, daha huzurlu bir kapitalizm, dolayısıyla refah dolu bir finansal dünya, vaat etmeye, umut etmeye, ya da, beklemeye cesaret edemiyor, bilmem farkında mısınız!. 

O nedenledir ki; Korku, umutsuzluk, müstehcen boyutlara varan servet kutuplaşması, faşizmin egemen olmaya başladığı iklimlere ilişkindir, asla demokrasilerin kök saldığı ya da gelişmeye başladığı iklimlere değildir. Ancak, bu durumdan çıkış kapısının anahtarı yeniden ısrarla haklarını aramaya başlayan işçilerin, yani emekçilerin elinde olabilir!.

 Bahsettiğim anahtara uygun deliği bulmak da sosyal vicdani kuvvetli olanların görevidir, diye düşünüyorum. Sağ’dan, ya da Sol’dan olsun tüm liberallerden, hatta sosyal demokrat taklidi yapanlardan dahi hayır yoktur, diye düşünüyorum. Sizce haksız mıyım, yanlış mı, düşünüyorum!..