Şunu kast ediyorum; ulusal kurtuluş Savaşı kazanılmasa ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmasa ne olurdu?..

Paris’in Sevr (Sèvres) banliyösünde 10 Ağustos 1920’de imzalanan teslimiyet belgesinin gerekleri mutlaka yerine getirilirdi. Buna göre Edirne ve Kırklareli içinde olmak üzere Trakya’nın büyük bölümü Yunanistan’a; Ceyhan, Antep, Urfa, Mardin ve Cizre kent merkezleri Fransız mandası olarak Suriye’ye verilir; Musul, Birleşik Krallık yani İngiliz mandasına bırakılırdı. İzmir ilinde Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenlik haklarının kullanımı beş yıl süre ile Yunanistan’a bırakılır, bu sürenin sonunda bölgenin Osmanlı ya da Yunanistan’a katılması konusunda göstermelik olarak bir halkoylaması yapılırdı. Bu demektir ki, İzmir ve çevresi fiilen Yunanistan topraklarına katılırdı. İşgal altındaki İstanbul’da saraylarda yaşayan göstermelik Osmanlı yönetimi, Ermenistan Cumhuriyeti’ni tanır, böylece Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illeri Ermenistan’ın illeri olurdu. Bazı bölgeleri kapsayan bir Kürt devleti kurulurdu. “Olur mu, o kadar!” demeyin lütfen, Sevr antlaşmasının 62-64. Maddelerinde bu durum resmen yer almaktaydı. Osmanlı; savaşta ya da daha önce kaybettiği Arap toprakları, Kıbrıs ve Ege adaları üzerinde artık hiçbir hak iddia edemezdi. Bu artık ‘SÖZDE’ kalmış devletin ordusu belli bir sayı ile sınırlandırılır, bu göstermelik ordu ağır silahlara sahip olamazdı. Padişah görüntüde yerinde bırakılır; İstanbul bu sözde devletin göstermelik başkenti olarak kalır; hukuksal, yönetimsel, mali ve ticari etkinlikler bütünüyle işgalci devletlerin yönetiminde ve denetiminde olur, Osmanlı’nın 1914’te tek taraflı olarak feshettiği kapitülasyonlar söz konusu devletlerin vatandaşları lehine yeniden işlerlik kazanırdı. Özetle; bu geçiş döneminde kolu bacağı kesilen, bedeni zincirlenen bu zavallı sözde devlet, bir zaman sonra devlet kimliğini bütünüyle yitirmiş olarak haritalardan ve tarihten silinir, yok olur giderdi. Sonrasında ne mi olurdu? Benim kişisel kanaatim odur ki, şöyle bir manzara karşımıza çıkabilirdi; İstanbul, adalarıyla, yakın çevresiyle işgalci güçler arasında paylaşılır. Rusya ve başka çevre ülkeler de özellikle İstanbul ve boğazlar konusunda etkili olmaktan geri durmaz, ülkenin geri kalan bütün bölgeleri yerine göre hızlı yerine göre yavaş bir tempoyla paylaşılır, sömürgeleştirilirdi. Yüz yıla kalmaz, işgal altındaki bölgelerin Türk halkına, dini inançlarına belki pek fazla dokunulmaksızın, hangi ülkenin sömürgesi olmuşlarsa, o ülkenin dili ve kültürü benimsetilir, bütün bu bölgelerde Türklük ve ana dilimiz, aynı zamanda resmi dilimiz Türkçe ya büsbütün ortadan kalkar ya da bu halk baskı altında yaşayan, zavallı bir azınlık topluluğuna, Türkçe de giderek silinip unutulacak bir azınlık diline dönüşürdü. Biz Türklere belki Orta Anadolu’nun bazı bölgelerinde zaten olmayan ulusal kimliğiyle değil İslami yani dinsel kimliğiyle özerk yaşama olasılığı sağlanır ve sonuçta böylece bir zamanlar Avrupa’yı titretmiş Osmanlı İmparatorluğu’yla birlikte Batı’nın hiçbir zaman kendinden saymadığı Türklüğün bu imparatorluğun sınırları içindeki varlığı silinmiş, sindirilmiş, ortadan kaldırılmış olurdu!...

Pekala; yazımın başındaki o soruyu değiştirip bir de şöyle soralım; Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanıyla ne oldu, neler yapıldı, neler değişti?..

Silinmek, sindirilmek, yok edilmek istenen Türkiye Türklüğü, çağdaş bir ulusal devlet olarak ‘Milletler Cemiyeti’ adı verilen bugünün ‘Birleşmiş Milletleri’ sayılan uluslararası kuruluşa ısrarlı davetler sonucu katıldı. Halkın dili, dini, onuru, namusu, kimliği, çiğnenmekten, hor görülmekten kurtarıldı. Bu topraklar ve bütün dünya, paramparça bir sömürgeler topluluğuna dönüşmek üzere olan bir toplumdan yepyeni bir ulusun yaratılmasına dolayısıyla bir mucizeye tanık olundu. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet, belki bazılarına çelişkili gibi görülebilir fakat inanın tarihsel gerçeklere bakıldığında Osmanlı’nın ve onun da öncesinde Türklüğün haysiyetini kurtarıldığı apaçık görülmektedir. Sömürgeleşen bu topraklarda çiğnenecek, bozulacak, yok olup gidecek bütün bir tarih, bütünüyle kültürel değerlerimiz Cumhuriyetin korumasında, dünya kültürü içinde varlığını sürdürdü, daha da yüceldi. Cumhuriyet olmasa Osmanlı tarihini ve öncesini nesnel ve bilimsel olarak değerlendiren tarihçilerimiz de olamayacak, bu tarih belki de pek çok yabancı elde haksızca küçümsenecek, karalanacaktı. Dahası Cumhuriyet olmasa, kurulmasa Türkiye Türkçesinin bugünkü evrensel düzeyine ulaşması hayal bile edilemeyecek, evrensel değerde bir sanatımız, edebiyatımız olamayacaktı ve de devamla Cumhuriyet olmasa bugün ona ve kurucusuna yani Atatürk’e sövenler de olamayacaktı. Çünkü inanın farkında olmasalar bile o zavallı hainler var oluşlarını, hiç istemeseler de bugün yüzüncü yılına erişen bu Cumhuriyet’e borçludurlar!..