HAYVANCILIĞIN BİTMESİ BİZİ DE BİTİRİR!.

Geçenlerde, yılbaşına birkaç gün kala, öğle saatlerinde, Hasanbaba Çarşısı’nda bulunan Ziraat Odası’na uğradım. Orada eski dostum, ağabeyim Balıkesir eski milletvekillerinden halen Ziraat Odası Başkanlığını yürüten Sami Sözat ile kısa ama keyifli bir sohbet gerçekleştirdim. Sami Sözat ağabeyimin ülkemizdeki tarım ve hayvancılığa ilişkin bana anlattıklarını düşündüm ve bu sohbetin ardından özellikle ülkemizdeki hayvancılığın bitme noktasına geldiğini İnternet üzerinden yaptığım araştırmalar sonucu üzülerek öğrendim. Şimdi sizlere bu konuya ilişkin yani ülkemizdeki hayvancılığa ilişkin İnternet üzerinden eriştiğim bilgileri sunmak, paylaşmak amacıyla derlediğim yazımla baş başa bırakmak istiyorum; 1980’li yılların başında Türkiye’de yaklaşık 17 milyon büyükbaş yani sığır ve manda cinsi hayvan bulunurken, 68 milyon civarı da küçükbaş yani koyun ve keçi cinsi hayvan bulunuyordu. O zamanlar Türkiye’nin nüfusu 40 milyonun üzerinde 42-43 milyon civarıydı. Her iki buçuk kişiye bir büyükbaş hayvan düşerken kişi başına ise bir buçuk küçükbaş hayvan düşmekteydi. Bu durumda demek oluyor ki, ortalama bir hesapla her bir kişiyi 60 kilogram büyükbaş, 30 kilogram küçükbaş hayvan eti olmak üzere 90 kilogram kırmızı et sağlayacak canlı hayvan stokumuz mevcut durumdaydı. Geride bıraktığımız 2022 yılında ise Türkiye’de 18 milyon civarı büyükbaş, 58 milyon kadar da küçükbaş hayvan mevcudu bulunuyor. Ancak nüfusumuz ise 85 milyona ulaşmış durumdadır. Ayrıca ülkemizde resmi rakamlara bakıldığında dört buçuk milyon kayıt dışı mültecilerle birlikte toplam 9 milyon civarı da mülteci besliyoruz. Dolayısıyla Türkiye’nin nüfusu 94 milyona ulaşıyor. Bu durumda her beş kişiye bir büyükbaş hayvan düşerken kişi başına oransal olarak 0.6 küçükbaş hayvan düşmektedir. Bu da demek oluyor ki, bugün ülkemizde kişi başına 29 kilogram büyükbaş, 12kilogram küçükbaş hayvan eti olmak üzere 41 kilogram kırmızı et sağlayacak canlı hayvan stokumuz mevcut bulunmaktadır. Bu rakamlara bakıldığında aradan geçen 40-42 yılda ülkenin kişi başına kırmızı et stokunu 90 kilogramdan 41 kilograma indirmeyi başarmış(!) durumdayız. Yani yüzde 54 oranında et stokumuzu azaltmışız. Ondan sonra da ‘Yeni Türkiye, yerli ve milli Türkiye, çağ atlayan Türkiye, dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri olmayı başaran Türkiye, bölgesel süper güç olan Türkiye, Almanya’nın bile kıskandığı Türkiye!’ sloganları gırla gitsin. Pes doğrusu!..

Kırmızı et, peynir, yoğurt ve tereyağı yiyemeyen nesiller ileri zekalı değil, geri zekalı ve bedenen zayıf düşerler, bunu bilmiyor musunuz? Sen halkına kırmızı et yediremedikten sonra istediğin kadar İHA’lar, SİHA’lar üret, uçak gemileri inşaa et, istersen Katar gibi 50 ülkeye daha askeri üs kur yönet, çok değil 15-20 yıl sonra o gemilere bindirecek, o üslere gönderecek fiziksel gelişimini tamamlamış  asker, o araçlara kumanda edecek zekaya sahip subay bulabilecek misin bakalım!.

Zaten birkaç yıldır küresel güçlerin ve onların beslediği maşaların, odakların “Küresel ısınmaya sebep oluyor” türünden yalanıyla hayvancılık ve kırmızı et düşmanlığı yapılmasının yolu açılmışken, onların kapılarında beslenen sözde oyuncu, sanatçı tayfasına ‘VEGANLIK PROPAGANDASI’ yaptırmalarının sebebi de budur aslında; Yani bizim gibi ülkelerinde sağlıksız nesiller üreterek onları erkenden tahtalıköye göndermektir. Böylece dünya nüfusunu azaltmak istiyorlar. Bu arada ABD’de ve Avrupa’da bu yönde yapılan bazı araştırmalar ‘VEGANIM’ diyenlerin önemli bölümünün gizlice et yediğini ortaya çıkarmıştır. Türkiye’nin diyabetli oranında yüzde 18’ler oranında dünyada başa güreştiğini bilmiyor olamazsınız! Komşu ülkelerden Yunanistan’da ve Bulgaristan’da ise diyabetli hasta oranı yüzde 10’un altında seyrediyor. Obezite şampiyonu ve ‘sağlıksız beslenmenin anavatanı’ olarak bilinen Amerika’da bile diyabetli hasta oranı yüzde 13.6’ larda seyretmektedir. Türkiye’nin ise yüzde 32’lik oranla obezite de dünyada ilk yedi ülke arasına girdiğini biliyor musunuz? Obeziteli oranı Yunanistan ve Bulgaristan’da yüzde 25’lerde, Romanya ve Makedonya’da yüzde 22’lerde, Azerbaycan’da yüzde 20’lerin biraz üstünde gözükmektedir. 1950’lerde Amerikan tıp otoriteleri doymuş yağların yani margarin tarzı yağların kalp-damar hastalıklarına yol açtığı iddiasını ortaya attı. Amerika’nın her alandaki üstünlüğü sayesinde kısa sürede bu iddia bütün dünyaya yayılırken doktorlar birdenbire insanlara yumurtayı, kırmızı eti ve süt ürünlerini tüketmenin kalp hastalığına yol açtığını anlatmaya başladılar. 1992’de ABD Tarım Bakanlığı sağlıklı beslenmeyi anlatan meşhur Gıda Piramidi şemasını yayımladı. Buna şemaya göre, bir insanın aldığı günlük kalorinin yüzde 55 ila 75’i karbonhidratlardan, buna karşılık en fazla yüzde 10’u doymuş yağlardan gelmeliydi. Bu da hayvansal gıdaları çok az tüketin demenin başka bir yoluydu. Arkasından yine ABD’de kırmızı et yemenin kansere yol açtığı iddiası ortaya atıldı. Günümüzde bu ve buna benzer iddiaların hepsinin gerçekdışı olduğunu ortaya koyan binlerce bilimsel araştırma bulunmaktadır. Hayvansal gıdalar hem sağlıklı yaşamak için gerekli hem de bunları tüketmediğiniz zaman doymak için un, şeker ve tohum yağlarını tüketmek zorundasınız. Bunlar da metabolik hastalıklara ve obeziteye yol açmaktadır. Bu vahim durum göstermektedir ki, hayvancılık konusunda önümüzde iki önemli görev bulunmaktadır; Hayvancılığın çöküşüne yol açan IMF-Dünya Bankası patentli neoliberal politikalardan hemen vazgeçmek ve hayvansal gıdaları yasaklamak isteyen küresel sermayelerin savunuculuğunu ve sözcüğünü yapan şarlatanları Türkiye sınırlarından içeri sokmamak, bunların yalan propagandasını bilimsel gerçeklerle altında ezmek. Bilmem benimle aynı şeyleri mi düşünüyorsunuz?..