GERÇEK ADALET NASIL SAĞLANIR?
Öncelikle konuya ilişkin kısa bir öyküyü sizlere aktarmak istiyorum. Öyküde ‘geçek adaletin nasıl sağlanabileceğine ilişkin’ kişisel bir olay anlatılıyor. Okuyunca “İşte insan, işte insanlık, işte adalet budur” diyeceğinize eminim. Gazetelerin ilk sayfalarında, TV’lerin ana haber bültenlerinde hemen her gün gerçek adaletle hiçbir ilgisi, ilişkisi olmayan, adalete tümden aykırı veya çelişkili olayların sürekli konu edilmesine karşın, anlatacağım bu öykünün, insanda içten içe umut aşılayan bir yapısı olduğunu görecek, anlayacaksınız. Öyküde olay şöyle başlıyor. Kanada’da yaşayan yaşlı bir adam aç kalınca fırından ekmek çalıyor. Yakalanıp bölge yargıcının önüne çıkarılıyor. Adam kendini savunmasını isteyen mahkeme yargıcına neden ekmek çaldığını açıklıyor: “Açlıktan ölecek kadar acıkmıştım. O yüzden ekmek çaldım. Başka bir söyleyeceğim yoktur!” Yargıç adamı susturup kararını bildiriyor: “Sen, hırsızlık yaptığının bilincindesin. Gerekçen bana gayet inandırıcı geldi. O nedenle senin, on dolar tazminat ödemene karar veriyorum. Cezan bu olacak. Ama bu parayı ödeyemeyeceğini de biliyorum. Senin yerine o 10 Dolarlık cezanı ben ödeyeceğim. Şimdi git, o çaldığın ekmekle karnını iyice doyur. Seni serbest bırakıyorum.” Mahkeme yargıcının bu kararı sonrasında duruşma salonuna birden şaşkınlık içinde bir sessizlik hüküm sürüyor. Duruşmayı İzleyenler bundan sonra ne olacağını beklerken yargıç, cüzdanından on dolar çıkarıp yaşlı adama uzatıyor ve “Bu parayı tazminat olarak götürüp hazineye yatıracaksın!” diyor. Onu şaşkınlıkla izleyen salondakilere de dönüp, “Aslında hepiniz birer suçlusunuz ve her biriniz on dolar ceza ödemelisiniz. Yaşadığınız kentte yaşlı adam açlıktan hırsızlık yapmak zorunda kalıyor da hiçbirinizin haberi olmuyor!” diye haykırıyor. Yargıcın bu sözleri üzerine duruşma salonunda bir anda 480 dolar toplanıyor. Yargıç toplanan parayı adama verirken salondakileri de eleştiriyor: “Eğer uygar insanların yaşadığı bir kentte yoksul görürseniz bilin ki o şehrin yöneticileri halkın malını çalıyor. Siz de susmayı yeğliyorsunuz...”
Bu anlattığım olay adı üstünde bir öykü ama gerçekten yaşanmış bir öykü. 1960’lı yılların sonlarında sanırım 1968 veya 1969 yıllarında Kanada’nın ABD sınırı yakınlarında bir kasabada yaşanmış bir öykü..
Bu anlattığım öyküde yaşanan olayda hukuk açısından bakılırsa, yargıcın yaptığı, acıma duygusu olan her insanın göstereceği özveri sayılır. Bu öyküyü okuyanlar arasında yargıcı göklere çıkaranlar, duygulanıp gözyaşı dökenler olacaktır. Bunun aslında norm hukuk kuralları anlamında adaletle pek ilgisi yoktur. Ancak öyküde vicdanlı bir adalet adamının yani mahkeme yargıcının vicdani duyguları sarsacak davranışı öne çıkarılmaktadır. Elbette öyküdeki olay, bir takım sorulara da yol açmaktadır: Mahkeme salonunda toplanan o 480 doların bir süre yaşlıyı doyurduğunu varsayalım. Dolar tükenince yaşlı yine aynı duruma düşmeyecek midir, düşecektir elbette..
Aslında o yargıç, sıkça rastlanan bir sorunu geçici olarak çözmüş oluyor. Oysa çözüm yolu, toplumun güvenlik içinde yaşamasını gerçekleştirecek yasalar çıkarıp uygulamaktır. Bunu da ancak gerçek anlamda adaleti sağlayacak savcılar, yargıçlar gerçekleştirir. Bugün yani günümüzde ise nice savcı, yargıç, siyasetçi, devlet adamı, bürokrat sözde adalete dair nutuklar atarak sorunu çözdüğünü sanmaktadır, Allah aşkına söyler misiniz bu tespitinde yanılıyor muyum, yanılmıyor muyum? Düşünür Konfüçyüs, gerçek adaleti şöyle tanımlar; “Adalet kutup yıldızı gibi yerinde çakılı kalır, geri kalan her şey onun etrafında döner. Bir ülkede adaletin varlığı, kişinin özgürce yaşamasından, yokluğu ise başına buyruk tutumlarından anlaşılır. Düzeni ancak barışı sağlayan yöneticiler kurar.” Sizlere anlatmaya çalıştığım tüm bu bilgilerin ışığında, adaletin düştüğü durum, toplumda güvensizlik yaratıyor. Birtakım duyumlar bir yana, gazetelerde TV’lerde her gün gündeme gelen adalet uygulamalarına yönelik haberler, yurttaşların var olan umut damarlarını da köreltiyor. Olayları duydukça yaşama sevincini yitiren insanımız kötümserliklere kapılıyor. Çok önemli kararlarda, yukarıda oturanların parmağının olduğunu ima edici gelişmeler insanımızın onlara yönelik inancını da söküp atıyor. İnsan en ağır huzursuzluğu kararı veren savcıların, yargıçların çekeceğini sanıyor. Ne acıdır ki onca suçlamaya karşın biri de ortaya çıkıp “gerçekten ispatla kanıtla o zaman” deme cesaretini bir türlü gösteremiyor. Çoğu kez haksız yere suçlanmalar karşısında savunmasını yapma erdemini aklına getirmeyen veya daha doğrusu getiremeyenler, aynı zamanda o suçlamaları kabul etmiş olmuyorlar mı? Elbette oluyorlar. Bugün değilse bile yarın, belki daha ileri zamanlarda elbette biri veya birileri çıkıp gerekeni yerine getirerek o haksız, adaletsiz biçimde üstünkörü verilen o kararların üzerindeki kara örtüyü mutlaka kaldırıp atacaktır. Ben buna inanıyorum, inanma istiyorum!..
Yorum yapın