GENÇLİK NEREYE KOŞUYOR?

“Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar, yetişkinlere karşı saygısızlar, ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ve öğretmenlerini sinirlendiriyorlar.” Bu sözler, M.Ö. 350 yılında filozof Aristotales tarafından söylenmiş.
 
Dünyanın zaman dilimlerinde en çok eleştiri oklarından maalesef hep gençler nasibini aldı. Araştırmalarda huzurlu bir çevre ve ortamda geçirilen çocukluğun gençlik zamanlarına olumlu yönde katkısı büyük olmuştur. Mutlu bir çocukluk dönemi geçirmiş kişilerin gençliği, kendine güvenen ve başarılı hayat yaşamından oluşmuştur. Ülkemizde, Cumhuriyetin ilk yıllarında yetişen gençler uyumlu, bir sonrakiler kuralcı oldu. Onlardan sonra gelenler rekabetçi, şimdikiler yaratıcı. Bir sonrakiler kim bilir ne olacak?
 
Bu günlerde gündemde Z kuşağı tartışmaları varken fazla değil, yetmişli yıllara doğru gittiğinizde “ah nerede o eski çocukluk, nerede o eski gençlik” diye içimizden geçmemesi mümkün değil. Bir başka güzeldi bizim zamanımızda çocuk olmak genç olmak.
 
Mahallenin büyük erkek çocukları arka çıkardı hep mahalledeki küçüklere. Tanıdık tanımadık fark etmezdi sahip çıkmak için. Onlar “bizim mahallenin çocuklarıydı”. Bizim ülkemize özgü belki de hiçbir yerde rast gelemeyeceğiniz kuşak ve yapı farkı vardı. Bizim terbiyelerimiz kontrolümüz aileden gelirdi. Savaş nedir, insanlar kaça ayrılır, kuşak nedir bilmezdik.
 
Sokak ortasında hiç kadına şiddet kadına taciz kadın katleden kimseyi göremezdiniz duyamazdınız. Çünkü insanlar öfke dolu olsa dahi terbiye ve ar duygusu vardı. En büyük baskı annelerimizin kaşı gözünün oynamasıydı. O kaş göz hareketinden ne demek istediğini hemen anlardık.
 
Biz onların gözünde çocuktuk sonra genç olduk sonrası kocaman adamdık. Öyle ergendi psikoloji bozulurdular olmazdı. Ergenliğimiz anamızın bir terliğine bakardı. Anında fabrika ayarlarımıza dönerdik. En büyük terbiye aracı anamızdan dayak yemekti. Aramızda anasından dayak yiyip bugün psikopat olan var mı?
 
Öyle odalara sığmayan gardıroplarımız yoktu. Tahta Divan'ın altındaki sepet giysilerimiz için yeterdi. Bize olmayan giysilerimiz küçük kardeşlerimiz giyerdi. Yoksa mahallenin küçüklerine verilirdi. Ve o giysiler mis gibi saf sabun kokardı.
 
Mahallemizde öyle taş yığınlarından binalar yoktu. Sokaklar bize aitti. Boş arsalarda ateş yakar, içine patates atardık. İstediğimiz arkadaşa gider evinde otururduk. Her evde odun ateşiyle yanan kuzine sobalar vardı. Kuzinenin fırınında mayalı ekmek yapılır ekmeğin içi yarılır tereyağı içine boca edilir yanında yayık ayranı ile karnımız doyurulurdu. Aç mıyız tok muyuz sorulmazdı.
 
Pazar sabahları TV de kovboy filmleri izlerdik. Teksas tom mikslerimiz giyecek sepetimizin arasında dururdu. Dünya öyle büyüktü ki dolaş dolaş bitiremezdik. Cep telefonu, marka ayakkabı, rengarenk oyuncaklar ve bilgisayarlarımız yoktu.
 
Mahalle bakkalımızı dünyanın en zengin insanı sanırdık. Paramız olmasa bile istediğimizi alabilirdik. Mahallenin kedileri köpekleri hep arkadaşımızdı. Hepsini isimleriyle çağırırdık. Fazla bir şeyimiz yoktu. Biz öyle mutlu çocuklardık ki hangi ara büyüdük. Hangi ara onca kuşaklara, sıfatlara, sınıflara ayrıldık. Dünya mı değişti? İnsan mı değişti? Sahi bizi bu kadar ne değiştirdi?
Sağlıcakla…
Gazete Damgadan alıntıdır.