Türkiye’de öteden beri enflasyon ile mücadele söylemiyle, IMF’nin standart model enflasyonla mücadele programının sulandırılmış şekli uygulanmaktadır. Söz konusu IMF modeli, yurtiçi talebi kısarak, üretimi dış pazarlara yönlendirerek denge sağlamayı önerir. Bu programda; yüksek oranlı devalüasyon, kamusal ürünlere zam, yüksek faiz, vergi artışı, kamu harcamalarının azaltılması, özelleştirme, devletin küçülmesi ve yabancı sermaye teşviki kredilendirme için gerekli koşullar olarak belirlenir. Enflasyon ile mücadele, başlangıçta etkili, zorlayıcı önlemleri almayı gerektirir. Gecikme ile alınan önlemler, enflasyon beklentisini kıramadığı için enflasyon süreğen hale gelir. Böylelikle alınacak önlemlerin maliyetini de artırır. Günümüzde dolar 30 TL’ye yakın, politika faizi yüzde 35, benzinin litresi 40 TL örnekleri gibi çoğaltılabiliriz. Enflasyon başladığında devalüasyon yapılarak politika faizi bugünkü düzeyine yükseltilir ise, ürünlere de yüzdelik oranlarda zam yapılsaydı eğer enflasyon beklentisi de belki kırılırdı. Yakın geçmişte böyle davranmayıp da, politika faiz oranı sürekli düşürülerek, kuru korumak için rezerv satılarak, (KKM) ‘Kur Korumalı Mevduat’ gibi absürt, akıldışı işlemler, uygulamalar yapılarak enflasyon azdırılmışmış oldu. Şimdi politika faizi artışına, zamlara, kur yükselmesine karşın enflasyon kontrol altına bir türlü alınamıyor. Ülkemizdeki şu an resmi enflasyon oranı yüzde 65 dolayında ancak çok farklı enflasyon hesaplamaları yapılıyor. O nedenle gerçek enflasyon oranına dair net bir oran açıklamak doğru değildir. Alınan endekse, endeksin kapsadığı ürün miktarına, verilen ağırlıklara, baz alınan yıla, bilgi alınan kaynaklara, sayısına göre farklı fiyat artış hızları hesaplanır ancak açıklanan enflasyon oranlarında bu denli farklar olması olağan değildir. TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamının gerçeği yansıtmadığı konusunda hemen herkeste görüş birliği vardır. TÜİK’in düşük enflasyon hesabı, büyüme hızını da abartmaktadır. Gayri safi ulusal hasıla, cari piyasa fiyatıyla yapıldıktan sonra, deflatörle sabit fiyata indirgenerek büyüme hızı hesaplanır. Deflatör düşük hesaplanırsa oranın paydasının düşük oluşu, basit aritmetik kuralı oranın değeri de aynı oranda yükselir. Ekonominin büyüme hızı yüksek hesaplanınca, “Tüketim ekonomisiyle büyümeyi de sağladık” gibi absürt ve de trajikomik, akla zekaya aykırı, acayip değerlemeler yapılabiliyor, doğal olarak. Enflasyon nasıl hesaplanırsa hesaplansın sonuçta bir tür ortalamayı gösterir. Endüstrilerin, ürünlerin üretim faktörlerinin fiyat artış hızı ise farklıdır. Bazı ürünlerde, endüstrilerde fiyat artış hızı ortalamanın üstünde olurken bazılarındaysa altında kalır, fiyat artışı dahi olmayabilir. Yüksek enflasyonun bence sakıncası, nispi fiyatları ve gelir dağılımını bozmasıdır. Enflasyonun bedelini, kural olarak IMF modelinde emekçiler, dar ve sabit gelirliler öder. “Vatandaşlarımızı asla enflasyona ezdirmiyoruz, ezdirmeyeceğiz” türünden söylemlere karşın, ücret artışının gerçek enflasyonun altında zaman aralığı ile yapılması, reel ücret, dar ve sabit gelirlilerin reel gelirlerini azaltmaktadır. Tüketim kalıplarının farklı olması nedeniyle tüketicilerin enflasyonu da farklıdır. Emekçilerin, dar ve sabit gelirlilerin bütçeleri içinde gıdanın payı daha yüksek olduğundan, bu kesim gıda enflasyonundan daha acı biçimde etkilenir. O yüzdendir ki alınan tedbirlerin etkisini hafifletmek, cari işlemler açığını finanse etmek, kuru korumak, Merkez Bankası’nın net rezervini artırmak için dış kaynak aranmaktadır. Ekonomik istikrarsızlık, dış borç yükünün yüksekliği, kredi değerliliğinin düşüklüğünün yanı sıra, Türkiye’yi uluslararası sıralamada, demokrasi endeksinde yüz üçüncü, basın özgürlüğünde yüz altmış beşinci, hukukun üstünlüğünde yüz kırk sekizinci sıralara geriletmiş, ekonomik anlamda ise üretimi artıracak yabancı sermaye yatırımı çekmesi çok güç hatta olanaksız hale getirmiştir. 2024 yılı mart ayında yapılacak yerel seçimlere şunun şurasında dört ay kalmış iken ücretlere ve maaşlara zam yapılması hararetle beklenmektedir. Ancak şimdiye kadar alınan bu palyatif önlemler sonucu değiştirmez, kanısındayım. Yerel seçimler sonrası zorlayıcı uygulamaların yaratacağı şiddet bence kaçınılmaz olacaktır. Şu ana dek yeterli dış kaynağı bir türlü istenilen seviyede sağlayamayan ekonomi yönetimi unsurlarının önünde sonunda IMF kapısını çalması da kaçınılmazdır. Çünkü unutmayalım ki; her başarısız ve de basiretsiz yönetim kadroları sonunda IMF kapısına düşmesi kaçınılmaz bir gerçektir!..
Yorum yapın