EKONOMİ BÜYÜK BİR DÖNÜŞÜM SÜRECİNDE

1992’de tarihte ilk defa gelişmiş ülkelerden gelişen ülkelere akan yıllık finansal
yatırım miktarının 100 milyar Doları aşmasını finansal küreselleşmenin miladı
kabul edebiliriz. Böylece Batı’nın finansal sermayesi 1929 krizinden sonra ilk
defa yeniden Batı coğrafyası dışında da önemli ölçekte yatırım yapma ve kar
elde etme olanağına kavuştu. Bu durum kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. Başta
ABD olmak üzere Batı ekonomilerinin 1970’lerde, 1950’ler ve 1960’lardaki
büyüme hızlarını tutturamaz olmaları sonucunda batı sermayesinin 1980’lerde
kurguladığı bir plan çerçevesinde oluşturulmuştur. Buna karşılık eski hızıyla
değerlenip büyüyemeyen batı sermayesi de bu duruma ikili bir çözüm
üretmiştir. Üretilen çözümlerle bir yandan Batı içerisinde finansal piyasalardaki
risk alımını sınırlandıran, sermayenin kar arayışını ekonomik ve siyasi istikrar
uğruna frenleyen yasal düzenlemeler, bir yandan da bu düzenlemelerin
uluslararası uzantısı olan sermaye kontrolü tedbirleri gevşetilmesi amaçlanmış
hatta mümkün olursa ortadan kaldırılması hedeflenmişti. Böylece Batı’nın
finansal sermayesine yeni avlanma alanları açılacağı düşünülmüştü. Oysa Batı
Dünyasında finans sermayesi 1800’lü yılların son çeyreğinden 1929’a kadar
geçen sürede hiçbir denetime tabi olmadan dünyanın dört bir köşesinde at
koşturmuş, o zaman batının para birimlerinde varlık fiyatı enflasyonuna karşı
önemli bir fren olan altın standardının varlığına rağmen bu mekanizma zaman
içinde büyük finansal balonlar üretmiş ve ABD’de borsanın çökmesine yol
açmıştı..
Bu Uluslararası sermaye kontrolleri olmadığı için de finansal çöküşler hızla
bütün dünyaya yayılarak 1929 Krizine ekonomik buhranına yol açmıştı. 55- 60
yıl öncesinin dersleri hala belleklerde canlıyken Batı’nın denenmiş ve iflas etmiş
bir model olan ekonominin finansallaşmasını ve küreselleşmesini mucize çözüm
gibi sunması sadece Batı sermayesinin açgözlülüğünün ve sonsuz hırsının
ürünüydü kanımca..
Bu süreç yaşanırken iktisat tarihi bilen ve eleştirel düşünebilen bir avuç iktisatçı,
Batı’nın başlattığı bu sürecin büyük bir krizle sonuçlanacağını başından beri
belki de biliyordu. Dolayısıyla aslında bundan sonra dünya ekonomisinde neler
olacağını öngörmek için iktisatçı olmaya hiç gerek yoktur. 1929 Krizi sonrasında
neler olduysa bundan sonra da o günden bugüne değişen dünya şartlarına
uyarlanmış biçimiyle benzer süreçler ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir..

O zaman ne mi olacak? Büyük olasılıkla menkul ve gayrimenkul piyasalarındaki
balonlar çökecek. Gayrimenkulde ABD, Çin ve Türkiye bu çöküşü en derinden
yaşayacak ülkeler olacak gibi görünmektedir. Balonların arkasında merkez
bankalarının ürettiği likiditenin bankalar aracılığıyla varlık piyasalarına girmesi
oluşturmaktadır. Dolayısıyla buralardaki balonların finansal riskini büyük ölçüde
bankacılık sektörü taşımaktadır. Bu sebeple piyasalardaki balonların çöküşü
dünya çapında büyük bir bankacılık sektörü krizine yol açacaktır. O yüzden
Merkez bankalarının enflasyonla mücadele etmek için küresel likiditeyi
kısmaktan başka çareleri yoktur. Bu da ekonomisinin dış dengesi bozuk olan
birçok gelişen ülkenin paralarının değerini korumak için sermaye kontrolü
tedbirleri almasına yol açacaktır. Krizin daha ileri bir aşamasında ise gelişen
ülkeler arasında da sermaye kontrolü tedbirleri kaçınılmaz olarak gündeme
gelebilecektir. Avrupa Merkez Bankası’nın parasal sıkılaştırmaya geçmesi ise
Avro’nun sonunu getirmesine belki de vesile olacaktır. Anımsayacaksınız, 2011
Avro krizinde ağır darbe alan Avrupa Para Birliği başta Almanya olmak üzere
kuzeydeki zengin ülkelerin Portekiz, İspanya, İtalya ve Yunanistan’a para
pompalamasıyla ayakta kalabilmişti. Şu anda bu ülkelerin sadece Almanya’ya
Avro bazında 1.2 trilyon borcu vardır ve bütçelerini Avrupa Merkez Bankası’nın
ihraç ettikleri devlet tahvillerini satın alması sayesinde, çevirebilmektedirler. Bu
destek kesildiği anda zayıf ülkelerin Avro sistemi içinde kalması olanaksız hale
gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Tüm bu öngörülerim kimilerinize ve hatta
çoğunuza çok aşırı anlamda karamsar görünebilir. Ancak 33 yılı aşan gazeteci
kimliğim, diplomasız da olsam eğitimini aldığım iktisatçı tarafımla yaklaşık 12
yıllık köşe yazarlığımın getirdiği deneyim ve birikimlerimle inanarak ifade
ediyorum ki; dünya ekonomisinin geldiği noktada Fed ve Avrupa Merkez
Bankası para basmaya devam ederse ortaya çıkacak küresel yoksullaşma
dünyanın her yerinde ayaklanmalara, iç savaşlara ve sonra da savaşlara yol
açması kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır..
Batı dünyası yani ABD ve AB ülkeleri nispi yoksullaşmanın altından belki
kalkabilir ama küresel istikrarsızlığın yol açacağı büyük göç dalgasının altından
asla kalkamaz. Bunu Batı dünyasının bugün bile Türkiye’yi bir göçmen istasyonu
olarak tutmak istemesindeki ısrarından da anlayabilirsiniz…