31 Mart Yerel Seçimlerinden sonra olası bir Anayasa değişikliklerine ilişkin haberler ve yorumlar son günlerde basında ve daha yaygın bir ifadeyle medyada çokça yer almaya başladı. Bazı hukukçular, sosyal ve siyaset bilimciler, akademisyenler siyasi meşruiyet kurallarının kaçınılmaz bir gereği olarak TBMM’nin anayasanın bütün hükümlerini değiştirebileceğini ileri sürmektedirler. Halka ait iktidarı kullanan Meclis’in yetkileri asla sınırsız değildir. Ulusal iradeler toplumsal ilerlemeler için kendi kendilerini sınırlamış ve vazgeçilmez temel değerlerle bağlamışlardır. Bu değerler kendi tarihlerinde yaşanan siyasal olayların sonucu toplumlar tarafından oluşturulmuş ve anayasal hükümler haline getirilmiştir. Profesör Doktor Doğan Soyaslan’ın bu konuda geçenlerde bir gazetede yayımlanan makalesinde belirttiği gibi; Örneğin Fransa 1792 yılında I. cumhuriyeti, ardından yaşanan imparatorluk dönemi ve onun restorasyonu, temmuz monarşisini, 1848 yılında ikinci cumhuriyeti, 1852 yılında ikinci imparatorluğu, 1870 yılında üçüncüsünü ve 1945 yılında dördüncüsünü 1958 yılında ise beşinci cumhuriyetlerini kurmuştur. Fransız Anayasası’nın 4 ve 5. maddesinde cumhuriyetin şekli ve ülke birlik bütünlüğünün değiştirilemeyeceği kabul edilmiştir. Yine 1947 tarihli İtalyan Anayasası da 139. maddesinde ise cumhuriyetin şeklinin değiştirilemeyeceğini içermektedir. Ülkelerin yazılı Anayasa metinleri yalnızca anayasa kitapçığının içerdiği metinlerden ibaret değildir. Ülkelerin özgürlükçü kamu hukuku birikimlerini de de içerir. Örneğin, 1789 tarihli ‘İnsan ve Yurttaş Hakları Deklarasyonu Fransız Anayasa Hukuku’ içindeki kapsamdadır. Nitekim ‘Fransız Anayasa Konseyi’ yani Anayasa Mahkemesi; ‘Ermenilere karşı soykırım yapılmamıştır’ ifadesini suç sayan kanunu 1789 tarihli deklarasyonun 19. maddesinde ifadesini bulan düşünceyi açıklama özgürlüğüne aykırı sayarak iptal etmiştir. Ayrıca anayasa hükümleri başlangıç hükümleri ışığında yorumlanır. Batı’da özellikle Avrupa’da anayasal haklar; özgürlüklerinin bilincine varmış insanların iktidarlara karşı mücadeleleri sonucu elde edilmiştir. Bunun da temelinde teknolojik buluşların üretim ilişkilerini değiştirmesi ve buna bağlı olarak doğan ve yayılan düşünceler vardır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 4. maddesine göre de Cumhuriyet’in şekli, özgürlükçü siyasi düzen, laiklik, hukuka bağlı devlet ilkeleri ve ülkenin birlik ve bütünlüğüne ilişkin hükümler değiştirilemez. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sına göre değiştirilemeyecek hükümler bunlardan ibaret değildir. Anayasanın 174. maddesinde düzenlenmiş bulunan, Cumhuriyetin çağdaş gelişmiş ülkeler düzeyine daha çabuk ulaşmasını sağlayan yasalar, yani Eğitim ve öğrenimin birliği, tekke ve zaviyelerin kapatılması, Latin alfabesinin kabulü gibi ‘Devrim Kanunları’ asla değiştirilemeyecek yasalardır. Hatta bu yasa hükümleri anayasanın diğer hükümlerinin de üzerindedir. Çünkü anayasaya aykırılıkları kesinlikle ileri sürülemez. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Anayasası başlangıç hükümlerinde ifade edilen özgürlükçü demokrasi, hukuka bağlı devlet, Atatürk ilkeleri doğrultusunda yorumlanmak zorundadır. Değiştirilemeyecek ilkelerin arkasında ulusal bağımsızlık, ulusal kurtuluş savaşı vererek bir ‘Ortaçağ’ imparatorluğundan Cumhuriyet’e geçişin tarihi yatmaktadır. Söz konusu ilkeler asli kurucu iktidarlar yani kurucu meclis tarafından bile değiştirilemez. Çünkü akla, insan özgürlüğüne ve laikliğe dayanan cumhuriyetler, insanlığın geldiği son aşamadır. Cumhuriyet; insanın kendi geleceğini, kaderini belirlemesi, aklını başkalarına emanet etmemesi, sorumluluk üstlenmesi, kendini idare edenleri belirlemesi, gereğinde onları iktidardan uzaklaştırmasıdır. Demokrasilerde iktidarın sahibi halk, cumhurbaşkanlarının görev sürelerini genel olarak bir ya da iki devre ile sınırlamıştır. ABD, Fransa ve Almanya iki dönem, İtalya bir dönem seçilme hakkı tanımıştır. Bunun nedeni siyasi yarışta başkalarının da seçilme, hizmet etme, kamu hizmetlerinden yararlanma haklarını korumak, siyasi rekabeti sağlamak, suiistimalleri ve tek kişi yönetimine dayalı otoriter rejimlere kayışları engellemektir. Cumhuriyet aynı zamanda hukuka sadakati yani bağlılığı da gerektirir. Anayasalar hukuk düzeninin temel ilkelerini belirler. Hukuk insanların önünü aydınlatan ışıktır. Hukuka bağlılığın güvencesi devlet iktidarının yasama, yürütme ve yargı arasında bölünmesidir. İnsanların geleceği öngörerek emin adımlarla ilerlemesini sağlar. Demokratik düzene dayalı ‘Anayasal Cumhuriyetler’ insan aklının ve vicdanının özgürlüğü üzerine kurulmuşlardır. Dogmalarla bağlı değildirler, laik düzene bağlıdırlar. Laiklik insan vicdanının ve aklının hiçbir kalıplaşmış düşünceyle bağlı olmamasıdır. Vicdan özgürlüğü içinde insanların ve toplumun ihtiyaçları için gerekli kuralların insan aklı tarafından konulmasıdır. Özgürlük; insan zihninin iç yapıdan veya dışarıdan bir baskıya maruz kalmadan bir emre veya kutsal kurala bağlı olmaksızın, aslında sebep sonuç ilişkisi içinde olan verileri değerlendirmesidir. Laiklik ve özgürlük bir bütünün en önemli parçalarıdır. Hukuk içinde özgürlük ve laiklik toplumsal ilerlemenin temelidir. Bir toplumun anayasal bir hukuk düzeninde yaşaması için soyut kuralların yazılması yetmez. Kurallar kadar önemli olan kuralların dürüst yorumlanması ve uygulanması esastır. Her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 4. ve 174. maddeleri değiştirilemeyecek hükümler koysa da aslında yirmi yıldan beri mevcut anayasaya tam anlamıyla uyulmamış, anayasa hükümleri büyük ölçüde kâğıt üzerinde kalmış, anayasanın içi büyük ve önemli oranda boşaltılmıştır ve bu korkunç maalesef süreç devam etmektedir. Bence tüm bunların nedeni; Türk toplumuna özgürlüklerin devlet tarafından bağışlanmış olması, insanların özgürlüklerinin bilincinde olmayışı ve asırlar içinde oluşmuş ‘mutlak itaate dayalı Biat kültürüdür.’ Parlamentolar meşruiyetlerini özgürlükçü oluşlarından, toplumu ilerletici hukuk düzeni kurmalarından alırlar. Bu nedenle parlamentolar anayasanın değiştirilemeyecek hükümlerini değiştiremez, özgürlükçü rejimin özüne dokunamazlar. Aksi halde meşruiyetlerini yitirmiş olurlar. Bilmem anlatabildim mi?..