DİN SİYASETİN MAŞASI OLURSA

Türkiye bugün, 4-5 derece eğimli bir arazide ‘yan yan yol alan otomobil misali’ Bir tarafı
uçurum, öbür yanı düzlük, çıkış yolunda ilerler gibi görünmektedir. Karşıt hale gelen veya
getirilen taraflar şunlardır diye düşünüyorum; Bir tarafta demokrasi diğer yanda otokrasi
seçeneği bulunmaktadır. Türkiye otoriter ve tek adamların mutlak egemenliği altına girmiş
bir ülke görüntüsü vermektedir. Çağdaşlık ve çağdaş uygarlık değerlerine karşı cehaletle
yoğrulmuş çağdışılık özlemiyle yanıp tutuşan 400, 500, 600 hatta bin yıl öncesi isteyen
egemenlerin hoşgörüsüyle gelişip güçlenen anti laik cephe saflarını epeyce sıklaştırmış
biçimde durmaktadır. Bunlar kendilerini cemaat şeklinde nitelendirse de onlara beslenmiş
azdırılmaya çalışılan kalabalık demek daha doğru olacaktır. Bunlar hukukun üstünlüğüne
karşı hukuk dışılığı savunan, çağdaş hukuksal değerlerden kaçmaya çalışan bir cephedir
aslında..
Ülkede bir tarafta adalet ve dürüstlük isteyenler, öbür tarafta ise nihai hedefe ulaşmak için
her şey mubahtır, diyen çağdışı bir zihniyet egemen olmaya çalışmaktadır. O nedenledir ki
din siyasetin maşası olursa hatta olmuş ise diyebilmekteyiz ne yazıktır ki. Onlar Kadın ile
erkek eşitliğinden sosyal yaşamdaki özgürlüklere destek verenler ve karşı çıkanlar. Diye
ayrılmaktadır. Nihayetinde sorunun bize özel boyutunda, Atatürkçü, demokratik Cumhuriyet
felsefesine ve düzenine karşı, şeriatçı düzeni isteyenler, azınlıkta olmalarına karşın, fiilen
güçlü bir konuma gelmeye çalışanların oluşturduğu cephe olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir
deyişle, Türkiye’nin Iraklaştırılmasını, Suriyelileştirilmesini, Afganistan’laştırılmasını,
Yemen’leştirilmesini isteyen odaklara karşı demokratik değerleri ve Atatürkçü Türkiye
Cumhuriyeti’ni savunan geniş bir kesim vardır, mevcuttur aslında..
Bu coğrafyada demokrasiden uzak kalmış veya uzaklaştırılmış ülkelerde iktidarlar statükoyu
koruyabilmek için çıtayı sürekli yükseltmek zorundadırlar. Yanlışlar uygulamaya konulmaya
başlanınca, bu yanlışları örtmek için, daha büyük yanlışlar uygulamaya konulmaktadır. O
yüzdendir ki onlar demokrasiye karşı olarak çıtayı sürekli yükseltmek zorunda kalırlar. Böylesi
durumlarda da sizin, hem içerde hem de dışarıda karşınızdakiler, bu açmazınızı
görünce üstünüze daha fazla gelerek ödünler koparmaya başlarlar. Tıpkı şu an da Avrupa
Birliği ve ABD’nin yaptığı gibi..
Örneğin; Füzeler konusunda Rusya ve ABD arasında sürekli savrulan AKP iktidarı Doğu
Akdeniz’de ve Ege’de siyasi, iktisadi ve askeri olarak sürekli ödün veren bir iktidara
dönüşmüştür. Aynı iktidar Afganistan’daki demokrasi ve insanlık dışı Taliban rejimine kendini
yakın gördüğünü açıkça söyleyerek aklınca çıkış için yeni bir arayışa girdiğini artık
gizlememektedir. Böyle yapınca da demokrasi karşıtlığı, siyasal İslam ve emperyalizm üçgeni
arasında tökezlemeye başlarsınız. Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın art arda yaptığı açıklamalar,
AKP iktidarının çıtayı hangi düzeye kadar çakabildiğinin bir göstergesidir. İnanılacak gibi değil
ama somut olarak ortada duran bir gerçek: Bahçeli’nin destek vermesi aslında “Erdoğan-
Bahçeli” cephesi açısından tedirgin edici bir duruştur. Her ikisi de birbirleri için kesinlikle
vazgeçilemez olduklarının bir itirafı niteliğindedir. Ayrıca çıtayı daha da yükselteceklerinin
sinyalidir.

Konuya sosyoloji felsefesi çerçevesinde bakıldığında sürdürülebilir üstünlükler kuramına göre,
Erdoğan-Bahçeli ikilisi tarafından, işin ucu nereye varırsa varsın inatla işletilecekmiş izlenimi
vermektedir. O nedenledir ki önümüzdeki erken veya 2023 seçimlerde demokrasinin,
çağdaşlığın, uygarlık değerlerinin egemen olabilmesi için herkesin, elini taşın altına koyması
gerekmektedir. Yoksa biz bu topraklarda yaşayan insanlar olarak, yarın Suriyelilerin ve
Afganların durumuna düşebiliriz. Kimse, bize bir şey olmaz demesin, AKP’ye oy verenler dahil
olmak üzere herkes bu tehlikenin farkında olmak ona göre davranmak zorundadır!.