DEĞER ÜRETEMEMEK TOPLUMSAL SORUNDUR

Yazımın başlığına bakıp da bana ‘memleketin o kadar sorunu varken, gündemde daha o kadar konuşulacak, yazılacak gelişmeler varken, eleştiri konusu yapılacak o denli mesele varken kafa yorduğun şeye bak!’ demeyin lütfen.. 

En azından bugün yazacaklarımı dikkatle okuyun!.  

Değersizlerin pek kıymetliymiş görüldüğü günümüz toplumlarında değer üretme sorunu ile demokrasi kültürü sorunsalının birlikte yoğun biçimde yaşandığı apaçık bir gerçektir.. 

Bu durum bilhassa Türkiye gibi İslam coğrafyasındaki pek çok ülkede mevcuttur. O nedenle 1970’li yılların başında, modern toplum ve demokrasi üzerine eleştirel yazılarıyla tanınan ünlü Fransız toplum bilimci Alain Touraine tarafından ortaya atılan; Bir toplumu anlamanın yolu o toplumun toplumsal ve kültürel yönelimlerini, bu yönelimlerin ortaya konulduğu toplumsal çatışmaların ve güç mücadelelerinin doğasını ve egemen güçlerin toplumsal hareketleri tahrik eden şeylerin nesini nasıl bastırdıklarını anlamaktan geçer!.” 

Şeklindeki tespitini mutlaka dikkate almak gerekir. Özellikle Müslüman toplumlardaki ‘inşacı-yorumcu’ diye adlandırılan yöntem geleneği toplumsal hareketler arasındaki ilişkiyi destanımsı veya dramatik yorumlarla anlamlandırarak, bu ilişkilerin üretmesi muhtemel olan değerleri öngörememektedir. Bu türden bir anlayış aslında koşullardan hareketle davranışların yorumlanması değil, eylemler yoluyla şartların açıklanması girişimidir. Eylem sadece mevcut değerlerin gerçekleştirilmesinden ortaya çıkmaz. İnsan eylemleri değer üretir. 2000’li yılların başında, Alain Touraine tarafından 1970’lerde ortaya atılan bu görüşlerden yola çıkan Fransız gazeteci ve sosyolog Simone Jarge ise gayet uzun biçimde kaleme aldığı yazı dizisi şeklindeki bir makalesinde konuya ilişkin olarak şunları not düşmüştür; 

"Medeniyetlerin en önemli sacayakları değerlerdir. O değerlerin vazgeçilmez biricik öznesi ise insandır. Modern dönemin Müslüman toplumlarının en temel sorunu toplumsal birlik ve dayanışma içinde kültürel çeşitliliğin nasıl sürdürülebileceği sorunudur. Şöyle ki; (Aynı Allah’a, aynı peygambere, aynı kitaba inanıyoruz. O zaman ayrımız gayrımız olamaz.) Şeklindeki genelleme farklı düşünebilme gerçekliğini yok sayarak, kişilik bozukluğu olan niyet gizlemeye dönüşmektedir. Toplumsal hareketlerin çatışması aslında kültürel demokrasidir. ‘Biz ve onlar’ örgütlü toplumun vazgeçilmez koşuludur. Eğer bir İslam medeniyetinden bahsediliyorsa bunun kaynağı Kerbela öncesi tartışma ve çatışmalardır. İslam dünyası her seferinde yapması gereken tartışma ve çatışmayı erteleyerek toplumu maalesef ‘değer üretemez’ sürülere dönüştürmüştür. Şii-Sünni ayrışması bir bakıma iki farklı din kadar farklılık göstermesine rağmen adeta ‘yapışık siyam ikizi’ muamelesi görmeye başlamıştır. Oluşan bu türde algısal yoğunluklar tüm koşullar oluştuğunda kavgaya dönüşünce dinin itibarsızlaşması gibi algılanarak ‘bizden adam olmaz’ çaresizliğine kaçınılmaz olarak sığınılmaktadır. O yüzdendir ki, İslam medeniyetinin en önemli çıkmazlarından biri, demokrasiyi kültürel anlamda değil, sadece siyasi zeminde konuşulup tartışma zemini yaratılmasıdır.” 

Bu türden tespitler son derece doğrudur. Örneğin; Tarihin bıraktığı kinlerden olan Şiiliği domine etmek, buna da karşı konulmalıdır, şeklinde oluşan yargılar gibi!. 

Bu tür örnekleri daha da çoğaltmak istediğimizde bu kez İslamcı görüşleriyle tanınan Suriye asıllı Fransız vatandaşı Faruk Jebbil Shabar tarafından kaleme alınan 2014 yılında başta Fransa ve Belçika olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesindeki gazete ve dergilerde yayımlanan şu değerlendirmeyi de dikkate almak gerekir; Türklerin eski dini Şamanizm’in İslam kültürüne karşı bir direniş olan Anadolu Aleviliği kökenlerine dönmek istiyorsa sonuna kadar desteklenmelidir, ama tarihin derinliklerine akmış kanın rövanşını almak istiyorsa de mutlak karşı konulmalıdır!. 

Mutlu ve refah içinde yaşayan bir Ortadoğu, ancak sosyal hareketlerin tartışmış ve çatışmış halinden sonra kurulabilir. Müslüman ayrı düşünemez ikiyüzlülüğünden vazgeçilmedikçe hiçbir değer üretemeyen sürüler olmaktan kesinlikle kurtulamaz. Kültürel demokrasiyi şark kurnazlığı içindeki politik oyunların önüne koyamadığımız sürece, tartışma ve çatışmalarımız insan onuru için ölmeyi değil, vahşi çatışmalarla tarihe kin ve nefret bırakmaya devam eder, özellikle Irak ve Suriye’de varlık gösteren İŞİD örneğinde olduğu gibi!. 

Sözün özü şudur; Medeniyet sahibi olmanın koşulları vardır; Bu koşullardan ilki devletin keyfi gücünü sınırlayan hukuk devleti veya hukuksal temel, diğeri ise halkın egemenliği yani ulusal iradedir. Ancak kültürel demokrasi ile hukuk arasında organik bir bağ yoktur. Çünkü demokrasi hukuk devletinden değil, özgürlük ve eşitlik gibi ahlaki ilkelerden doğmuştur. Bugünün İslam coğrafyasının siyasal aktörleri o yüzden politik ortamlarda daha fazla boğulmadan gerçekten sahaya inmeli ve işe ‘Kültürel temellere dayalı demokrasiyi’ tartışarak bu medeniyetin çocuklarına yeni bir alan açmalıdır!.