CUMHURİYET’İN 100.YIL ARİFESİNDE OSMANLI’YI NEDEN TARTIŞIYORUZ?.

İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun 100. yıldönümü kutlama etkinliklerinin en görkemlisi olan ‘Tarkan’ konseri ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in yaptığı konuşma sonrasında, iktidardaki AK Parti unsurlarının ve onların yandaşları tarafından bir kez daha başlatılan ‘Osmanlı tartışması’ olayı salt Osmanlı’yı her durumda savunma, yüceltme, Cumhuriyeti ve kurucusu Atatürk’ü yok sayma gayretlerinden çıkarıp Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin’den bir ‘ULU HAKAN’ hatta kurtuluşu sağlayan yüce bir ‘KAHRAMAN’ çıkarmaya yönelik yoğunlaşan çabalama hareketine dönüştü..

Cumhuriyet’imizin 99. Kuruluş yıldönümünü coşkuyla kutlamaya şunun şurasında bir buçuk ay kalmış iken, önümüzdeki sene ise 100. Yılı kutlamalarının arifesinde iken, Cumhuriyetimizi konuşmak, o coşkuyu yaşamak ve yaşatmak yerine sebepsiz yere Osmanlı tartışması yapmak, o tartışmalara yeniden girmek, işgalci İngilizlere sığınarak ülkeden kaçan son Padişah ve halife Vahdettin’i yüceltme gayretleri sarf etmek tamamen iyi niyet dışı (en hafif deyimiyle) gaflet ve delalet içinde olanların nafile ve beyhude çabaları şeklinde ifade edilebilir…

Bir kere değil, bin kere milyon kere YAZIKLAR OLSUN!..

Aslında olay yeni de değil, özellikle AK Parti iktidara geldiğinden beri herhalde bir medet umduğundan bunu hep yapıyor. Unutmadan hemen belirteyim, kavga aslında geçmiş ile değil, bugün ve yarınlarla ilgilidir. Tarihe dönmek dikiz aynasına bakmak gibidir. Geri gitmek için değil, ilerlemek için yapılan bir hamledir. Ama tarihe bakarken geçmişin olaylarını doğru değerlendirmek gerekir yoksa Osmanlı’nın son dönemlerinde yarı sömürge durumunda kalmış bir zavallılık içinde olduğunu bal gibi bile bile Osmanlı’nın son ana kadar bütün dünyaya meydan okuyan bir ‘CİHANGİR’ olduğunu iddia ederek ileri sürmek yine en hafif deyimiyle söylüyorum; ‘GAFLET’ ve ‘DELALETTİR’ hatta ‘İHANETE’ giden yollara asfalt dökmeye yeltenmektir!..

Lütfen onlar gibi gaflet ve delalet içinde yanılmayalım!..

Vahdettin’den kahraman yaratmak isteyenler, gerçekte ulus kavramına karşı olan ve ümmetçi biat toplumuna dönmek isteyenlerdir. Onlar toplumun ümmetten ulusa geçişine karşıdırlar. Bu zıtlık ile ulusa ve Aydınlanmacı Cumhuriyete karşı olarak ne görüyorlarsa hep ondan yana olmuşlardır. O yüzdendir ki bir gün Mustafa Kemal ATATÜRK’ün karşısında Vahdettin’i tutanlar, aslında her seferinde “Keşke Yunan galip gelseydi” diyenleri desteklemekte ve yüceltmektedirler. Burada aslında Vahdettin veya Osmanlı bir vesiledir, araçtır. Onların asıl meseleleri Türklük ve Atatürk’tür, 100. Yılını kutlama arifesinde Cumhuriyet’tir. Bunlar, her fırsatta kimi Türk’e ve Atatürk’e karşı olduğunu zannederler ise ona hemen destek çıkarlar. Örneğin yakın geçmişte bir ara gündeme getirilen Mustafa Kemal Atatürk ile Enver Paşa çekişmesine bakılarak yaratılan tartışmalara bakarak Atatürk’e karşı İttihatçıları koruma, destekleme gayreti içine girmişlerdir..

Ama aynı gafiller, daha sonra da Osmanlı’nın son yıllarında işbaşına gelerek ülkeyi yöneten ve birinci dünya savaşına sokup Osmanlı’nın tamamen çökmesine yol açan aynı İttihatçıların iktidarları sırasında, savaşın büyük güçlüklerine karşın Doğan Avcıoğlu’nun “Türkiye’nin Düzeni” adlı eserlerinde ayrıntısıyla ve belgeleriyle anlattığı “Atatürk reformlarının kökeni” olarak nitelendirdiği, reformları aynen yaptığını fark edince de ne yapacaklarını şaşırmışlardır. Şaşırırlar, çünkü bana göre onlar tarih bilgisi ve dolayısıyla tarih binci olmayan şuursuzlardır onlar!..

Türk’e ulus olarak ezelden beri karşı olan bu ümmetçi güruh, Atatürk’e başından beri hep karşıydı, nefret ve öfke doluydu, yalan mı?...

Bunların saptırmalarına iftiralarına yalanlarına bakarak gereksiz bir Osmanlı düşmanlığına düşmenin hiçbir anlamı yoktur. Hele hele hanedan ile toplumu birbirine karıştırarak kendi tarihimizin bir dönemini eksik değerlendirmenin hiç anlamı da gereği de yoktur. Osmanlı’nın son yüzyılı, toplum içindeki ilerici güçlerin, baskıcı, işbirlikçi çevrelere ve emperyalizme karşı verdikleri çağdaşlaşma, modernleşme savaşımlarına sahne olmuştur. Yirminci yüzyıl; Rönesans’ı, Aydınlanmayı, Sanayi Devrimi’ni ne yazık ki, ıskalamış, köhnemiş Osmanlı’nın yok oluşuyla birlikte içindeki zinde güçlerin öncülüğünde bir ümmet toplumundan ulusa, ulus devlete, monarşiden Cumhuriyete dönüşerek kendi küllerinden doğmasına tanık olmuştur. Havada yanık kokusu da vardı, Cumhuriyet kokusu da vardı sizin anlayacağınız. Osmanlı devletinin ve toplumunun son yıllarına şöyle bir bakın isterseniz. Doğru kaynaklara başvurarak bakarsanız, orada gerilikler, çağını yanlış okumalar, örümcek kafalılıkların yanı sıra Aydınlanmacı bir toplumun, laik Cumhuriyetin müjdecisi kurumlar ve kavramların gelişmesine aydınlık kafalı sanatçılar, düşünürler, aydınlar, siyasetçiler, devlet adamlarının ortaya çıktıklarını da görürsünüz. Örneğin; Mithat Paşa’ya bir de bu gözle baktığınızda, onda Cumhuriyetin erken müjdesini görebilirsiniz. O nedenle sözünü ettiğin o son süreçte Osmanlı, bünyesindeki gerici, işbirlikçi, eyyamcı, sömürücü, baskıcı, zalim güçlerin etkileriyle yanıp kül olurken onun yanı sıra aydınlık kafalı, mücadeleci, dünyanın gidişatını yakalama kaygısındaki insanların çabalarıyla adeta bir ‘Anka kuşu’ gibi kendi küllerinden doğma mücadelesi de veriyordu aynı zamanda..

Aslında anlayanlar için Osmanlı’nın sonu Cumhuriyet’tir. Nitekim ulusun bu zaferini kimse engelleyemezdi, engelleyemedi de...