CEMAAT OLGUSU SİYASETİ ETKİLİYOR VE BASKILIYOR

Benzer başlık ve içerikte bilhassa son iki, üç yıldır, bu sütunlarda ancak farklı üç gazetede yayımlanan
yazılarımı benim yazdıklarımı dikkatlice takip edenler hemen anımsayacaklardır. Bilenler bilir, zaruret
hasıl olduğunda ve zamanlamasıyla ortam ve koşullar müsait olduğunda kendimi tekrarlamayı pek
sevemesem de geçmişte yazdıklarımdan alıntılar yaparak aynı konuyu gündeme getirmeyi doğru ve
isabetli bulurum. O nedenle benzer içerikli bu yazımı biraz güncelleyerek sizlere tekrardan sunmayı
uygun buldum. O halde buyurun hep birlikte dikkatlice okuyalım..
Cemaat olgusunun siyasetle bağlantısı, ya da daha doğru bir ifadeyle bağlantısı her devirde olmuştur,
bundan sonra da korkarım olacaktır. Din sosyolojisinin ana konusu olan ‘Cemaat’ olgusu, doğası
gereği ‘Din’ ile bağlantılı olduğu kadar, ‘Siyaset’ ile de bağlantılı bir konu olduğunu apaçık
göstermektedir. ‘Cemaat olgusunun siyasetle bağlantısını’ din sosyolojisi açısından irdelemek
amacıyla İnternet üzerinden yaptığım araştırmayla çeşitli kaynaklardan yararlanarak kaleme aldığım
kapsamlı analiz, Öyle zannediyorum, 2013 yılının 17/24 Aralık süreciyle başlayan ve 2016 yılının 15
Temmuz darbe kalkışmasıyla tırmanarak doruğa ulaşan ‘İktidar ile Cemaat’ arasında süregelen
savaşın aslında neden, nereden ve nasıl çıktığına ilişkin tatmin edici yanıtları ve merak edilen
sebepleri önemli bir boyutuyla ortaya koyacaktır..
O nedenle bugünkü yazımı yine dikkatle okuyacağınızı düşünüyorum. Umarım yararlı olur ve
cemaatlerin günümüzde siyasete etkisi üzerine önemli bilgiler edinir, fikir sahibi olursunuz; Dinin en
önemli fonksiyonlarından biri, ortaya koyduğu inanç ilkeleri, değerler, yargılar, bireysel veya toplu
icra edilen ibadetler, ritüeller ve törenler aracılığı ile toplumsal kaynaşma ve bütünleşmeyi teşvik
etmesidir. Aynı inanç ilkeleri üzerine, değerler ve ortak kültür üzerine inşa edilen bir toplum için dinin
en önemli birleştirici bir güç olduğunda şüphe yoktur. Din; 'Bir toplumda değişik nedenlerle ortaya
çıkan tefrikaların ortadan kaldırılarak istikrar ve birliğin sağlanmasında, paylaşım ve dayanışma
ruhunun gelişiminde önemli bir fonksiyon icra eder. Geniş ve yaygın anlamda toplumsal
örgütlenme biçimlerinin ve örgüt içerisinde ortaya çıkan davranışların önemli derecede dinin
etkisine maruz kalarak şekillenmesi, kabileden ulusa, aileden sivil örgütlere, gruplara, dini veya
siyasi yapılanmalara ve devlete kadar bütün sosyal yapı ve kurumları dinin etki alanına dahil eder.
Bu durum dini referans alarak ortaya çıkıp şekillenen grupların, örgütlerin, cemaat ve tarikat
yapılanmalarının bir şekilde siyasetle ilişkiye geçerek ona müdahil olmalarını da beraberinde
getirir.' Ancak şu var ki, bir toplumda din-siyaset ilişkisi bağlamında ortaya çıkan cemaat, tarikat,
mezhep, parti vb. yapılanmaların her zaman ve her durumda özgürleştirici, birleştirici, uzlaştırıcı ve
bütünleştirici bir zeminde teşekkül ettiğini söylemek asla mümkün değildir. Dinin birleştirici ve
bütünleştirici bir etki göstermesinde, o dinin ilahi vahye dayalı asli kaynaklarına uygun olarak doğru
anlaşılması, bireyler, sosyal gruplar ve kurumlar arasındaki ilişkilerin organizasyonunda iman, ahlak,
muamelat ve hukuk planında hangi ilke ve değerleri öne çıkardığının doğru tespit edilip esas alınması
da son derece önem kazanmaktadır. O nedenledir ki, 'yüce dinimiz İslam insana yönelişinde bir
taraftan insanın ferdi kişiliğini ve iradesini muhatap alıp, hak ve hukukunun gözetilmesini öne
çıkarırken, diğer taraftan birlik beraberliğe, kardeşliğe, cemaat olmaya ve dayanışmaya fevkalade
önem verir. İslam, Müslümanları adalet, itidal ve denge üzerine yaşayan hayırlı bir ümmet olarak
vasıflandırarak onları bir cemaat şuuru içerisinde birlikteliğe ve bütünleşmeye teşvik etmiş, safların
sıklaştırılmasını istemiştir..'
Bu noktada önemli olan şey, söz konusu bu oluşumların tevhit, adalet, hakkaniyet, dürüstlük,
kardeşlik gibi İslam’ın öne çıkardığı temel prensiplerle çelişkiye düşmemeleri; ümmetin ortak ruhuna,
birliğine ve maslahatına zarar verecek durumların içerisine girmemeleridir. İslam dünyası açısından
din-siyaset ilişkisinde dinin birleştirici veya ayrıştırıcı bir işlevsellik görmesi, Müslümanlar eliyle
yürütülen siyasetin ne derecede ilahi vahyin öne çıkardığı, insanlığın pozitif yönde geliştirdiği
tecrübelerle de bütünleşen ilkelerle uyum içerisinde olup olmamasıyla; evrensel ahlakın, hukukun,
ilim ve irfanın kontrolünde olup olmaması ile ilgilidir. Piramit modelinin ortaya çıkardığı hiyerarşik

yapıda tepede karizmatik ve otoriter bir lider, onun altında ise bu lidere itaat kültürü ile bağlanan bir
kitle bulunur. Bu şekildeki sosyal ve siyasal yapılanmada kişiye bağlılık merkezi konumda
bulunmaktadır. Bu yapıda her şey, karizmatik liderin bilgi ve becerisine bağlı bulunmaktadır.
Etkinliğini yüzyıllarca devam ettiren bu yapının ekonomideki tezahürü feodalizm ve ağalık sistemi,
dini anlayıştaki tezahürü tarikat ve cemaat yapılanmaların, siyasal yaşamdaki yansıması ise krallık ve
sultanlık sistemleriyle olmuştur. İslam’ın yönetim konusunu belirli bir şahsın, ailenin, kabilenin,
grubun, cemaatin veya tarikatın uhdesine değil, top yekûn milletin (Müslüman toplumun) uhdesine
vermesine rağmen, İslam dünyasındaki yönetim tarzları, siyasal sistemler ve örgütlenmeler Emevi
döneminden beri büyük ölçüde tarım toplumlarına özgü bu geleneksel zemin üzerinde teşekkül
ederek kurumsallaşmıştır..