CEHALET VE VASATLIK İLE MÜCADELE ŞART..

Evet gerçekten zordur, vasatlık ve cehaletle mücadele etmek..
Buram buram aptallık kokan popülizmin sultasındaki cehalet dolu toplumlarda akademik ölçütlerle
konuşmak düşünce görüşler öne sürmek, bilgi birikiminizle önerilerde bulunmak, bilimsel dayanaklara
yaslanarak düşünsel verilerle konuşmak, davranmak (ya da daha anlaşılır biçimde ifade edeyim)
sahip olduğunuz bilgi ve kültürü açığa çıkarmak, onlara göre bilgiçlik taslamak, ukalalık yapmakla
eşdeğerdir. O yüzden sizi hemen 'tu kaka' ilan edip ortaya koyduğunuz fikirleri öcü olarak
algılayıverirler..
Çünkü; Kifayetsiz muhterislerin egemenliğindeki toplumlarda yani bir başka deyişle
mediokrasilerde elitler ve aydınlar düşman görülüp, sürekli horlanıp, vasatın yetersizlik çizgisine
doğru çekilirler. O nedenle bu türden iklimlerin hüküm sürdüğü toplumlarda bataklıktan kurtulup,
aydınlığa erişmenin yolu, popülizm ile kol kola girmiş olan vasatlığa ve cehalete savaş açmak ve
sonuna kadar mücadele içinde olmak zorunludur. Vasatlıkla, popülizmle ve cehaletle onların dilini
konuşarak savaşmak asla mümkün değildir. Onların yenilmesi ancak aklın ve dolayısıyla mantığın
dilinin egemen olmasıyla mümkündür.
Şimdi bu konuya nereden girdim ve anlatamaya başladığımın sebebini hemen açıklamak istiyorum;
Geçenlerde bir yerde okudum; Cumhuriyet Halk Partisi 2019 Mart'ında yapılan yerel seçimlerinde
uygulamama koyduğu ama kısmen uygulanabildiği için istenilebilen ölçüde başarılı olamayan yöntem
stratejisinde, hedefler ve öncelikli öneriler raporunda şu görüşü ilke olarak benimsemiş ve
uygulamıştı; 'Entelektüel, akademik ve elitist bariyeri aşıp, sağ partilere oy veren büyük kesimin
dilini kullanmak..'
Hal böyle olunca da karşımıza çıkan tablo veya ortaya çıkan sonuç büyük ölçüde şöyle olmuştur;
Popülizm ve vasatlık bataklığında debelenen toplumlarda hödüklük gibi, aydın ve elit
düşmanlığının, bulaşıcı olduğu ve sağın tekelini kırarak, genel toplumsal bir afet olarak solu da
tehdit ettiğini görmemek için aptal olmak gerekiyor. Popülist sağın dilinde, aydınlanma, özgürlük,
temel hak ve özgürlükler, laiklik gibi sol için vazgeçilmez olan kavramların karşılıkları yoktur ki sağın
diliyle sol politika yapılabilsin. Türkiye’de 70 yılı aşkın bir süredir bu işleyen gerçek süreç, kendi
yerinin sol, sosyal demokrat olduğunu söyleyen CHP’ye de her fırsatta anlatılmaya çalışılıyordu.
Siyasal tarihimizi iyi bilenler veya benim gibi bilmeyenler ama araştıranların karşısına bu işin yanlış
olduğunu kanıtlayan belirgin örnekler çıkmaktadır. Özellikle 1946'dan bu yana CHP’de muhafazakar
sağ siyasetin dilini kullanma ve o siyasete uygun davranma hevesi tarihin tozlu yapraklarında
yazılanlara bakıldığında ilk olarak 1947 Kurultayı’nda ortaya atılmıştır. O zaman ki CHP'deki bazı aklı
evveler “muhalefettekiler, bizim dinsiz olduğumuzu söylüyorlar, hatta bize din düşmanı diyorlar. Bu
suçlamalardan kendimizi kurtarmalıyız, bizim de en az onlar kadar dine saygılı olduğumuzu
göstermeliyiz” düşüncesini yüksek sesle dillendirmiştir. Dönemin hem cumhurbaşkanı hem de CHP
genel başkanı olan İsmet İnönü dahil CHP'nin ileri gelenleri bu fikre sıcak bakmıştır. Siyasette
muafazakar sağın dilini ve temel stratejilerini kullanma ve uygulama merakı, hevesi izleyen süreç
içerisinde ara sıra da olsa depreşmiş ve günümüze kadar sürüp gelmiştir. Bu türden düşüncelerin nasıl
sonuçlar verdiğini ve getirdiğini son 70 yıldır, her seçimde görüyoruz. Unutulmaması gereken aslında
şudur; Siyasette temsil ettiğiniz düşünceyi savunmuyor, popülizmin esen rüzgarlarına kendinizi
kaptırıyorsanız, belki kısa vadede olumlu sonuçlar alırsınız ama uzun vadede köklü ve kalıcı
sonuçlar almanız asla mümkün olmaz. Bu gerçek 70 yıldır nice göz ardı ediliyor ben bu işi şaşırıp
kalmaya devam ediyorum ve son süreçte de kızıyorum..
Siyasette sağ sağdır, sol ise sol..
AKP'nin ve Recep Tayyip Erdoğan'ın son 19 yılda her seçimde gösterdiği başarısının sırrı reel
politikalar ve dolayısıyla söylemlerdir. AKP'nin ve Erdoğan'ın hem söylemlerinde hem de izlediği
politikalarında hatta icraatlarında popülizm yok mudur, elbette vardır hem de daniskası vardır, dahası
manipülasyon, ajitasyon denilebilecek söylem ve eylemlerde vardır ama reel olmak yani gerçek
olmanın dışına çıkmak yoktur. Bu görüşümü bariz biçimde ortaya koyacak bir örnek vereyim; Adalet

ve Kalkınma Partisi 2002'de iktidara geldiğinde o zaman Başbakan olamayan ama genel başkanlık
koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan belki anımsayacaksınız bir vesileyle şöyle bir açıklamada
bulunmuştu; "Milli görüş gömleğini çıkardık. Başörtüsü sorunu bizim için öncelikli bir sorun değildir.
Ama sorun zaman içerisinde mutlaka çözülecektir.."
Erdoğan bu sözleri söyledikten sonra muhafazakarlıktan vaz mı geçti, namaz kılmayı mı bıraktı, eşi
Emine hanımın ve kızlarının başını mı açtı elbette hayır!.
Recep Tayyip Erdoğan inandığı siyaset ekseninde muktedir oluncaya kadar kendi gerçeğini
savunmaya, inançlarından vazgeçmeden yoluna devam etti. Sözün özü; Erdoğan ve AKP 19 yıldır reel
yani gerçekçi olmaktan vazgeçmeden üstelik popülist rüzgarları da arkasına alarak bugünlere geldi..
Buna karşılık CHP ne yaptı?..
1923'deki kuruluş felsefesini aynen devam ettirdi mi, 1960'larda benimsediği ortanın solu ilkesini
günümüze değin taşıyabildi mi, 1970'lerde Ecevit'in patentiyle ortaya konulan ve parti programına
sokulan demokratik sol kavramlara ne kadar sahip çıkılabildi, 1980'ler de ağırlıklı söylem olarak
simgeselleşen sosyal demokrat ilkeleri günümüze kadar geçen süreçte ne denli yaşatılabildi?..
Yukarıdaki pragrafta yönelttiğim soruların tümüne HAYIR yanıtı verdiğinizi duyar gibiyim!..
Buraya kadar yazdıklarımda anlatıklarımı anlayanlar için önümüzdeki günlerde kaldığım yerden
devam edebilirim. Ama bir türlü anlamayanlara tekrar anlatmak gibi bir lükse sahip değilim!..