CEHALET ŞİDDETİ VE DAHA ÖTESİNİ GETİRİR!.

Son günlerde ülkemizde yaşananlar salt ‘cehalet’ kaynaklı mıdır? Bence öyledir. Dahası cehaletin siyasetle bir ilintisi/ilişkisi var mıdır, yok mudur? Bir kısım insanlar ‘münferit’ yani ‘sıradan’ bir vaka imiş gibi ele almaya yeltenmiyorlar mı? Bence yelteniyorlar. Örneğin; İsmailağa tarikatının uzantısı olarak bilinen Hiranur Vakfı’nda yaşanan sapkın iğrençlikler münferit yani sıradan bir vaka imiş gibi gösterilmek istenmiş midir, istenmemiş midir? Henüz altı yaşında bir kız çocuğunun, ailesi tarafından yine bu vakfın müritlerinden bir genç adamın koynuna sokulması nasıl bir mantık silsilesi sonucudur? Bu sapkın iğrençliğin din ile imam ile İslam ile ne gibi bir ilgisi, ilintisi olabilir? Aslında bu vahim durum mantık filan kesinlikle değildir burada söz konusu olan; ‘Bir yönüyle cehalet, bir yönüyle siyaset, bir diğer yönüyle sapkın şehvet yoğunluğunda apaçık şiddettir.’ İlk kez mi olmuştur? Bu ve buna benzer olaylar? Elbette hayır!. Pekala, son kez mi olacaktır? Elbette ki hayır! Peki, nerede bu ülkenin yargısı, yargıçları, cumhuriyet savcıları? Nerededir hukuk? Nerededir adalet sistemi? Nerededir milli eğitim bakanı? Eğitimcilerimiz nerededir?.

Ne güzel söylemiştir Cumhuriyetimizin ilk Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Âli Yücel 16 Mart 1946’da: “Eğitim ve kültür hayatımızın akışını takip etmekte uğranılan güçlükleri, bununla uğraşanlar çok iyi bilirler. Hatırasız şuur, hafızasız, hele ileriye doğru bakış mümkün olamayacağı için, hiçbir olayı bilgimizin aydınlığından kaçırmamak zorundayız.” Her şeyden önce, insana insan olduğunu öğretmesi gereken eğitim sisteminin bilinçli olarak zaafa uğratılması değil midir bu çarpıklıkların temel nedeni? Sorarım sizlere, sorarım hepinize!..

Şiddet ve baskı dört bir yanımızı sarmış durumdadır, bilmem farkında mısınız? Böylesine bir kargaşa yani kaos ortasında; tarikatlarda ırzına geçilen, istismara uğrayan çocuklar, ölen, öldürülen, intihar eden çocukları görmüyor musunuz? Sadece onlar mı böylesine şiddetin ve cehalet kurbanları? Kadınlarımız; gencecik kadınlarımız, analar, çocuk yaşta ana olan masum kızlarımız, dahası işkencenin her türlüsüne maruz kalarak korku içinde soluk alıp veren sokak hayvanları ise yaşama haklarından hepten mahrum yani yoksun kalmış değiller midir? Nasıl bir faşizan sistemdir ki bu vahim durum? Nasıl bu hale geldi bu güzelim ülkemiz? Nasıl ve neden? Sorarım sizlere…

İngiliz oyun yazarı Edward Bond, “Yönetenlere baktığımızda şiddetin sokaklara taşmasını beklemek olağandır” demiştir, “Kurtarılmış” adını verdiği oyununun önsözünü yazarken. Bu İngiliz yazarın bence asıl altını çizmek istediği husus şudur; “Sağlam bir toplumsal düzenin koşulları olan ekonomik ve sosyal altyapıların gelişmediği, geliştirilmediği toplumlarda, cehalet ve şiddetin her daim iç içe olduğudur. Yani İngiliz yazar Bond’a göre; Böyle bir sistem bilgiye karşı savaşarak cehaleti besleyerek çöküşü hızlandıracaktır. Bond’un bu saptaması sanki bizde yaşananların da nedenlerini ortaya koymaktadır.” Diye düşünüyorum. Tüm bunları düşünüp ve yazarken öte yandan da Belçikalı koreograf ve performans sanatçısı Jan Fabre’a yazdıkları aklıma geliyor; Jan Fabre, “Şehvete Hoşgörü” adlı yapıtında ‘özgürlük’ ve ‘hoşgörü’ kavramlarını sorgulamaktadır. Belçikalı yazar Fabre, eserlerinde;  ‘Düzeni sınır tanımaz bakışlarıyla irdelemekte, sistemin oluşturduğu uçurumlarla sürekli hesaplaşma halinde görünmektedir.’ Belçikalı yazar Fabre’ın çalışmalarına ve yapıtlarına yansıttıklarından hareketle, yaşamlarımızın aşırılıklarla ve bu aşırılıklar içinde şiddetle çevrelenmiş olduğunu vurgulanmaktadır. Tüm bunlara katılmamak bence olanaksızdır. Zaten, hele de son yıllarda, şiddet üstüne çeşitlemeleri, öylesine güçlü yaşamaktayız ki, hak vermemek mümkün değildir. Jan Fabre, yapıtlarında toplumdaki hızlı dönüşümleri bir tür üretim-tüketim çarkı içinde ele alırken sürece din sömürüsünü de katar. Dinin bir silah, bir ‘sömürü aracı’ olarak kullanıldığında gelinebilecek tehlikeli noktaları tartışmaya açmaktadır. Örneğin; Şehvet ve hoşgörüyü şöyle tanımlamaktadır; “gaz pedalına hızla basan ve dünyayı duvara çarpan bir gösteridir.” Türkiye’de şu son 20-22 yılda yaşananlara bakınca ortaya çıkan resim kuşkusuz ki çok farklı değildir. Sonuçta, sahne üstündeki böylesi güçlü sorgulamalar suskunluklara yönelik sert eleştirileri de ortaya koymaktadır. Bilmem anlatabildim mi?..