CAHİLLİĞİ ARTIK NORMAL GÖRMEKTEN VAZGEÇMELİYİZ
İş, eğitime gelince öteden beri hükümetler, iktidarlar,bakanlar, başbakanlar, şimdilerde Cumhurbaşkanı ödeneksizlikten yani parasızlıktan yakınır dururlar. Geçenlerde bir gazete haberinden okudum; “Milli Eğitim Bakanlığı yılsonuna kadar 3 bin anaokulu, 40 bin anasınıfı yapıp eskileri de onaracaktı. Ama çıktığı ihalelerden eli boş döndü. 28 ihale açıldı, sadece 2’si sonuçlandı. 26 ihale iptal edildi.” Gerekçe nedir? Güya ayrılan bütçenin 3 milyar TL olması ve gelen tekliflerin ayrılan ödeneğin çok üzerinde olmasıymış. Oysa biliyoruz ki otoyol, köprü, viyadük, tünel gibi projelerde, yani betona dökülen paralarda kaynak hemen bulunuyor, sonsuzmuş gibi..
Yine geçenlerde İnternet’te eğitim konulu bir makalede yer alan bilgilere göre; Özellikle Milli eğitime ayrılan ödeneklerin sürekli artan birim fiyatları nedeniyle 3-4 misline varan harcamalar yapıldığı, buna rağmen projelerin çoğunun yarım kaldığı ve bitirilmesi için yeniden ihaleler açıldığı Sayıştay raporlarında mevcutmuş. Yine o kaynaktan edindiğim bilgilere göresöz konusu ihaleleri alanlarda hep bildik tanıdık yandaş inşaat şirketleri ve onların parmak yalayan taşeronları..
Oysa ki, okulöncesi dönem, çocukların zihinsel ve ruhsal gelişimindeki en önemli evredir. Okulöncesi eğitimi almayan bir çocuk, zaten eğitimde giderek artan fırsat eşitsizliği çemberinin içine kadar henüz 4-5 yaşında iken girer. Ama bu vahim durum kimin umurundadır. Kreşler kadınların ekonomiye katılması için yaşamsal önemdedir. Elbette bu da kimin umurundadır. Tıpkı günümüz üniversitelerininlise, ortaokul düzeyine indirgenmesinin kimsenin umurunda olmaması gibi..
Bir buçuk ay sonra 56 yaşımı tamamlayıp 57’ye basıp gün almaya başlayacağım. 57 yılın 34 yılı bu gazetecilik mesleğinde, moda deyimle medya da geçti. Cehaletin bu kadar fazla olduğu ve bu durumun gayet ‘olağan-normal’ karşılandığı, hatta cehaletin kutsandığı, bilgili olanın ise gerçek ve doğru bildiğini açıkça anlattığında muhalif gibi algılandığı durumlarda lanetlendiği, bir dönem bu memlekette hiç hüküm sürmemiştir. İşte böyle olduğu için memleketimizher durumdaadeta yerlerde sürünüyor ve burada cehalete verilen primin rolü ise asla sorgulanmıyor. O nedenledir ki, bu ülke Cumhuriyetin kuruluşuyla Atatürk’ün devrimleriyle başlattığı aydınlanma çağından 1950’den başlayarak usulca, yavaşça ve sinsice yürütülen ‘hain bir proje’ kapsamında cehaletin kollanıp, baş tacı edildiği ‘karanlık çağ’ diye adlandırılabilecek bir döneme sokulmuştur. Dünyada devletleşmiş 57 Müslüman ülke vardır. Bu Müslüman ülkelerin toplam nüfusu 2 milyara yakındır. Yani Müslümanlar nüfus dünya nüfusunun dörtte birine yakındır. Ama tek biri dahi gelişmiş ülkeler liginde almamaktadır. Sadece Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve Malezya ve Endonezya ‘gelişmekte olan büyük ekonomiler’kategorisine girebilmiştir. Bu vahim durum aslında şöyle özetlenebilir;Müslüman ülkelerin çoğunda bilim üretilmiyor, bilim üretilemediği içinde yüksek teknoloji ihracatındaki payları da son derece düşük gerçekleşmektedir. Oysa Müslüman ülkeler 10 ve 13. yüzyıllar arasında bilim ve teknolojide altın çağı yaşamış, özellikle tıp, tarım, matematik, kimya ve astronomi dallarında önemli gelişmeler sağlamıştır. Bu yüzyıllar arasında Çin ile İslam dünyası arasında bilimsel liderliği ele geçirmede büyük bir rekabet vardı. 13. yüzyıldan sonra altın çağ son buldu ve İslam dünyası hala bitmeyen bir ortaçağ karanlığına sürüklenmeye başladı.Söz konusu sürüklenme ve sonrasındaki süreçte yaşanmaya başlanan çöküşteki bana göre büyük dönüm noktası “düşünce özgürlüğünün sona ermesi” olduğu söyleyebiliriz.Bu değerlendirmeye şunu da ekleyebiliriz; “Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı, İslam dünyasında ilk kez Türkiye’de bilimsel düşünceyi temel bir kurtuluş ve kuruluş öğesi olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkesi yapmıştır. Dine dayalı eğitim sistemi yerine, bilimsel düşünceye ve akla dayalı yepyeni bir eğitim sistemine geçmiştir.”Ancakbunun kıymetini bilinip daha ileriye taşınsaydı bugün ülkemiz Türkiye alır başını gidebilirdi. Şimdi ise tam anlamıyla ‘mirasyedi’ konumundayız. Elbette ülkemizde çok iyi eğitim alanları halen var olduğu gibi, çok iyi üretim yapanlar, yüksek teknoloji ihraç eden, bilim üretenler vardır memleketimizde. Ancak bunları sayıları sayı azdır, gittikçe de bu sayı azalmaktadır.Dahasımevcut eğitimli, donanımlı, nitelikli olanların da çoğu özellikle gençler geleceklerini yurtdışında aramaktadır.Asla unutulmamalıdır ki, bir toplumun kalkınmasının dinamosu ‘Nitelikli İşgücüdür’Nitelikli derken illa üniversite mezunu olması gerekmez. Bu ülkenin nitelikli ara elemana, nitelikli teknisyene, nitelikli eğitimcilere de ihtiyacı vardır. Dijital çağın tam göbeğindeyiz. İsteyenin istediği bilgiye, kaynağa en hızlı şekilde ulaşma olanağının olduğu bu dönemde ‘bilgiyi reddetmek, istememek, cehaleti kutsamak, bilgili olanı lanetlemek’ Şaka gibi geliyor değil mi? Yoksa siz tam tersini mi düşünüyorsunuz? Yazımın finalini yaparken son sözüm şudur; Cehaleti kutsamaktan cehaleti‘normal-olağan’karşılamaktan vazgeçtiğimizde öyle umuyorum ki,aydınlığa ve çağdaşlığa tekrardan ilk adımı yeniden atmış oluruz. Ne dersiniz, yoksa siz aynı fikirde değil misiniz?..
Yorum yapın