BÜYÜK RESME BİR BAKARSAK..

Uluslararası alandan gelen haberler şu sorunun henüz yani şimdilik epeyce çetrefilli ve de çengelli olduğunu göstermektedir. O soru şudur; AKP iktidarının son kullanma tarihi doldu mu, yoksa yeniden bir kredilendirme dönemi mi başlayacak?.

Bu soruya yanıt oluşturmak ve vermek amacıyla özellikle son 10-15 günlük haberleri, bu süreç içinde içte ve dışta yaşanan bazı gelişmeleri alt alta koyup düşünmeye devam edelim: Suudi Arabistan maliye bakanı, Türkiye, Pakistan, Mısır gibi ülkelerin mali açıdan korunması gerektiğini söyledi. Bu ülkelerde istikrarı sağlamak gerektiğini vurguladı. Rusya dışişleri bakanı, Erdoğan’ın ricası üzerine Esad’la görüşmesinin sağlanacağını açıkladı. Amerika’da halen devam eden Halkbank davası AK Parti iktidarının ve de dolayısıyla Erdoğan’ın üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallandırılmaya devam edecek görünüyor. Amerikan yönetimi bu davada hukuk aramak yerine Erdoğan’ı kontrolünde tutmak üzerine planlar yaptığını, projeler tasarladığını düşünüyorum. Yukarıda çizmeye çalıştığım tablo aklımıza ister istemez AK Parti iktidarının 20 yıl önce ilk yola çıktığı günleri getirdi. Belki anımsayacaksınız, Recep Tayyip Erdoğan, partisinin sadece genel başkanı sıfatıyla, ne milletvekili ne de başbakan değil iken yani hiçbir resmi devlet sorumluluğu olmadan Amerika’ya giderek dönemin ABD Başkanı Bush’la görüşmüştü. O zamanlar Amerikan yönetimine hazırlıkları yapılan Irak’ı işgal operasyonunda, kayıtsız şartsız yanında olacak bir Türkiye gerekiyordu. O süreç çok sancılı yaşandı ama yaşandı işte..

Meşhur 1 Mart 2003 tezkeresinin Türkiye Büyük Millet Meclis’inden geçmemesi geçirilememesi çok ciddi sorunlar yarattı ama devamında hemen şu görüş öne atıldı; AKP iktidarını deliğe süpürmek yerine kullanmaya en azından bir süre daha devam etmek!.

O ifade edilen ‘Deliğe süpürmek’ ne benim ne de benim gibi bir başkasının değil, o süreçte AK Parti içerisinde etkin biçimde Amerika ile ilişkilerden sorumlu yetkin bir şahsın değerlendirmesi ve yorumuydu!.

Buna benzer başka bir durum, Avrupa Birliği ile ilişkilerde de geçerliydi. Avrupa Birliği Türkiye’yi deyim yerindeyse kol mesafesinde tutmak istiyordu. Yani Avrupa Birliği Türkiye’ye gerektiğinde yumruk atacak, gerektiğinde ise elini sıkacak, ya da sarılacaktı. O nedenle Avrupa Birliği ile ilişkiler süreci de  o dönemde çok sancılı yaşandı ama yaşandı!.

Amerika’da Avrupa Birliği de Türkiye’den istediklerini 2002’den 2008’e hatta 2010’lara kadar geçen süreçte AKP iktidarına ve dolayısıyla Erdoğan’a hep yaptırdı, istediğini hep aldı. Buna karşılık AK Parti iktidarı da özellikle 2008’e dek Avrupa Birliği’ni gerektiğinde eldiven ve merdiven olarak sorunsuz biçimde kullandı. Pek çok devlet kurumunun içi boşaltılırken ya da kapatılırken yahut işlevsiz hale getirilirken gerekçe hep hazırdı: Ne yapalım, Avrupa Birliği öyle istiyor. Uyum yasaları bunu gerektiriyor!.

Bu bağlamda bakıldığında ‘Küresel Ekonomik Yapı’ ve bu yapının çarkı genel olarak AK Parti iktidarından hemen her istediğini aldı. Anımsayacaksınız, devletimizin kıt olanaklarla kurduğu ilaç fabrikaları kapatıldı, çokuluslu ilaç şirketleri tüm piyasaya egemen oldu. Kâğıt fabrikaları kapatıldı ya da satıldı. Bugün kâğıtta dışa bağımlı hale geldik, getirildik. Geçen yaklaşık 21 yılda dışarıdan Türkiye’ye ortalama 1 trilyon doları aşkın para, sermaye girdi, 3 trilyon dolarlık milli değerimiz ise yabancıların oldu. Yukarıda saydığım örnekleri artırmak mümkün ama biz sözü daha fazla uzatmadan bugüne dönelim. Uluslararası yapı, daha doğru bir ifadeyle küresel sermayenin ana unsurları AK Parti iktidarıyla dolayısıyla Erdoğan ile yeni bir dönemde de birlikte yürüme konusunda kararını galiba vermiş gibi görünmektedir. Onlar muhtemelen diyorlar ki; Biz Türkiye’de istediklerimizi yakın geçmişte olduğu gibi yine de en iyi AK Parti gibi bir iktidara Erdoğan gibi bir siyasi lidere yaptırabiliriz!.

Dış destek ve hatta himaye hele Türkiye gibi bir ülkede çok ama çok önemlidir. AKP iktidarı da 2002’den bu yana bazen inişli çıkışlı süreçler yaşansa da bu durumu çok iyi kullandı. Öyle ki dış destek ve himaye birazcık azalınca bile ‘onlar bizi kıskanıyorlar’ deme, diyebilme siyasetini üretti! Yani ‘perde arkasında söyleneler ile perde önünde söylenenler hep çok farklı’ oldu. Son bir not daha doğrusu bir tespit daha yapayım ve yazımı öyle sonlandırayım; AK Parti iktidarı ve onun lideri Erdoğan Türkiye’nin çıkarları ile AK Parti’nin çıkarları karşı karşıya gelince benim kanaatime göre hep ikinciyi tercih etti! Yoksa yanılıyor muyum, sizler ne dersiniz?..