Kayseri’de mültecilere karşı yaşanan eylemleri ve şiddeti hepimiz gördük. Sabah uyandığımda telefonuma yüzlerce resim ve haber gönderilmişti. Ortalık savaş alanına dönmüş, Suriyelilerin yaşadığı evleri, arabaları ve iş yerleri ateşe verilmiş halk sokağa dökülmüştü. Tabii ki tasvip etmediğimiz bir durum. Öldürmenin, yakıp yıkmanın ve şiddetin her daim karşısında olmuşumdur.
Anadolu’ya göçle başlayan Türk tarihi, her daim insan hareketliliklerine şahitlik etmiştir. Asya ve Avrupa arasında bir köprü görevi gören ülkemiz, Yıkılan bir imparatorluk, kurulan yeni Cumhuriyetten sonra hem Anadolu topraklarından insanların çevre ülkelere gitmelerine, hem de komşu topraklardan Türkiye’ye göçlere yol açmıştır. Yüzlerce yıl boyunca yaşanan insani hareketliliklerde Türkiye bazen göçün kaynak ülkesi, bazen geçiş ülkesi, bazen de hedef ülkesi olmuştu
İktidar para ve siyasi çıkar uğruna ülkemiz mültecilerle doldurdu
Ülkemizin 2011’den itibaren yaşadığı göç dalgası, önceki dalgalardan çok farklı bir duruma geldi. Suriyeli mültecilerin yoğun göçü nedeniyle, Pakistan’ın rekorunu elinden alarak, dünyada en fazla mülteci barındıran ülke haline geldik. Avrupa Komisyonu 29 Kasım 2015’te düzenlenen Türkiye-AB Zirvesinde, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar için 3 milyar avro tutarında bir fon oluşturacağını taahhüt etmiş ve ardından 18 Mart 2016 tarihinde yapılan ikinci zirvede ise bu fonun tükenmesi durumunda ek 3 milyar avro daha sağlayacağını açıklamıştı. 3+3 milyar avro olarak planlanan fonun tamamı (6 milyar euro) projelere bağlanmış olup 4,3 milyar avroluk kısmı Türkiye’ye ödenmiştir. AB bu anlaşmada Türk vatandaşları için vize muafiyeti, AB’ye üyelik ve Gümrük Birliği’nin genişletilmesi konusunda vaatlerde de bulunmuştu. Yani burada devlet yönetimi hem para alırım hem de oy potansiyelimi artırırım “bir taşla iki kuş” vururum diyerek ülkemizi mültecilerle doldurmuştur.
Suriye’den Türkiye’ye giriş yapan 252 kişilik ilk mülteci kafilesi 29 Nisan 2011’de Cilvegözü sınır kapısından Türkiye topraklarına ayak bastı. Suriye iç savaşının yeni başladığı o dönemde hükümet sınırdan Türkiye topraklarına giriş yapmaya çalışanlara yönelik olarak açık kapı politikası izliyordu ve Suriyeli mülteciler de savaşın sonuna kadar Türkiye’de kalacak “misafirler” olarak tanımlanıyordu.
Suriyeli mülteciler, Türk halkından farklı bir etnik kökene sahiptir ve anadilleri kültürleri ve yaşam biçimleri farklıdır. Bu anlamda, örneğin, 1980’li yıllarda Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelmek zorunda kalan gruptan farklıdırlar. Bizim kültürümüzle bir alakaları yoktur ve Arap kültürünü yaşarlar. İkinci olarak, bu aşamadan sonra büyük çoğunluğunun geriye dönmesi mümkün gözükmemektedir. Ülkemizi bir yaşam ve ticaret kapısı olarak görmektedirler. Bu özellikler, son göç dalgasının Türk kamuoyunda, daha önceki göç hareketlerinden farklı değerlendirilmesine yol açmıştır. Son yıllarda yapılan tüm kamuoyu yoklamaları, Türk halkı arasında mültecilere karşı yaklaşımın giderek daha olumsuza doğru kaydığını göstermektedir.
Esad gitmedi mülteciler elimizde patladı
Türkiye’de karar alıcıların 2011’de yaptıkları dış politika öngörüsünün yanlış çıkmasının maliyeti yüksek olmuştur. O dönemde karar vericilerin “Esad gidecek” nutukları attıklarına hepimiz şahidiz. Suriye’de rejimin birkaç ay içinde devrilebileceği varsayımı üzerinden hareket etmeleri ve farklı olasılıkları hesaba katmamaları ciddi sorunlara yol açmıştır. Nitekim, mülteci sayısı beklenenin ötesinde hızla artınca, Türkiye yasal mevzuatında değişiklikler yaparak, mevcut sistemini yeni meydan okumayla baş edebilir hale getirmeye çalışmıştır. Bu kapsamda, Nisan 2013’te Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nu çıkartarak ve Ekim 2014’te Geçici Koruma Yönetmeliği’ni hazırlayarak Türkiye’deki Suriyeli mülteciler “geçici koruma” altına alınmış ve temel haklardan yararlanacakları yasal bir statü sağlanmıştır.
Dini siyasete alet ettiler
Hükümetinin, kamuoyunu mültecilerin varlığına ikna etmeye çalışırken, rasyonel ve uluslararası hukukun ilgili hükümleri yerine, sıklıkla dinsel ve duygusal motifler kullanması da zamanla sorunlara yol açmıştır. İslam tarihine dayanan Ensar-muhacir benzetmesi bu süreçte en çok kullanılan ifadelerden biri olmuştur. Suriyelilerin ülkelerindeki savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınmalarıyla Hz. Muhammed döneminde 622 yılında Mekke’deki zulümden kaçarak Medine’ye sığınan Müslümanların Hicret’i arasında paralellik kurulmaya çalışılmıştır. 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin mültecilere tanıdığı haklar yerine bireylerin duygularına ve tarihsel-dinsel benzetmelere hitap ederek, Türk halkını açık kapı politikasına ikna etmeye çalışmak, bu dönemdeki hükümet politikasının temelini oluşturmuştur. Bu ise zamanla hukuki temele dayanmayan bir politikanın ne kadar kalıcı olacağı sorunsalını ortaya çıkartmıştır. Özetle, mülteciler konusu karar alıcılar tarafından hak temelli olarak ele alınmamış, konu kamuoyunun dikkatine, karar verici otorite tarafından duygusal ve dinsel yaklaşımlarla sunulmuştur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 5 Eylül 2019’da yaptığı bir konuşmada Türkiye’nin Suriye’de güvenli bölge kurmak istediğini, fakat bu gerçekleşmezse Türkiye’nin kapıları açmak zorunda kalabileceğini belirtmiştir. Ardından 10 Ekim 2019’da “Eyyy Avrupa Birliği, kendinize gelin. Bizim operasyonumuzu bir işgal hareketi diye nitelendirmeye çalışırsanız işimiz kolay. Kapıları açarız. Milyonlarca mülteciyi sizlere göndeririz” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaklaşık bir ay sonra bu sefer “Ülkemizden binlerce, on binlerce kilometre ötedeki insanların derdiyle bizi dertlendiren İslam ortak paydasıdır, ümmet olma şuurudur. Hani birileri diyor ya “Suriyeliler gitsin.” Asla biz bunlara eyvallah edemeyiz. Cihanşümul İslam kardeşliğinin sınırı yoktur. Hiç kimse bizim aramıza ayrılık tohumları ekemez” demiştir.
Türkiye Filistin olma yolunda ilerliyor
Hatırlayın! Filistin, topraklarını Yahudilerle doldurduğu zamanla şu anki bizim durumumuz aynı kader değil midir? Üç kuruşa topraklarını Yahudilere satanların bugün yaşadıkları çile, zulüm ve sefaleti hepimiz görüyoruz. Çıkın yaylalarımıza Ayder'e, Uzungöl’e hepsi Araplara peşkeş çekilmiş. Esnaf kendi insanının yüzüne bakmıyor. 1 liralık suyu dahi 100 liraya satıyor. Neden? Diye sorduğumuzda “Türkler bizim müşterimiz değil” yanıtını alıyoruz. Farkında olmadan tıpkı Yahudilerin Filistin’e yaptıklarını ülkemizde uyguluyorlar. Hem de devlet eliyle ve imkanlarıyla.
Ne demişti Gazi Mustafa Kemal Atatürk; Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur.” Ey büyük Ata! Varlığımızın en mukaddes temeli olan, Türk istiklal ve Cumhuriyeti'nin ebedi bekçisiyiz. Bu karar, sarsılmaz irademizin değişmez ifadesidir. Ve artık sıkıldık, bu misafirlik çok ama çok uzadı.
Sağlıcakla…
Damga Gazetesi’nden alıntıdır.
Saygılarımla
Osman Köse
Yorum yapın