Farkında mısınız bilmiyorum ama aynı zamanda yüzüncü yılın kutlandığı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan daha önceki 29 Ekim kutlamalarında de gelenek olduğu üzere Dolmabahçe Sarayı’ndan değil de Vahdettin’in adını taşıyan bir köşkten donanmanın geçit törenini izlemesi, bence asla sıradan bir olay değildir. ‘Neden?’ diye soracak olursanız. Hemen açıklayayım o zaman; Atatürk ve birlikte Milli Mücadele verdiği silah arkadaşlarının idam kararlarını imzalayan, 17 Kasım 1922’de Osmanlı’nın başkenti İstanbul’u işgal eden İngilizlere sığınıp Malaya Zırhlısı ile Malta’ya kaçan kişi Padişah Vahdettin’dir. Ne çabuk unuttuk!..

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cumhuriyet’in 100. kuruluş yıldönümünde Türk donanmasını Vahdettin Köşkü’nden selamlaması elbette bir mesaj taşımaktadır, diye düşünüyorum. Böylece yüzüncü yıl kutlamalarına son padişah Vahdettin’in adı karıştırıldığı gibi, Erdoğan buna ilişkin olarak yaptığı konuşmasında “Reddi miras yapmıyor, şanlı tarihimizin her bir safhasını bağrımıza basıyoruz!” demesi de o verdiği mesajla ilgilidir kanısındayım. Geçen 29 Ekim kutlamalarında devlet kurumlarının belki de zorlama gibi görünen bazı tören ve etkinlik düzenlemelerine karşın, halkın çok geniş bir katılımla sokağa çıkarak Cumhuriyeti kutlaması, kimi siyasal İslamcılara ve öyle zannediyorum ki, kimi AK Partililerin epeydir hayallerini süsleyen ‘MİLLET’TEN ÜMMET’E GERİ DÖNÜŞ’ özlemlerine karşı bence çok güçlü bir yanıt olmuştur. Çünkü bu halk, geçen 29 Ekim’de ‘ümmet yerine yurttaşlık bağını kuran laik Cumhuriyetin yüzüncü yılını’ coşkuyla kutlamıştır, inancındayım.

“Geçtiğimiz, 29 Ekim’de bu ülkenin her yerindeki meydanlarda bir araya gelen halkımız, yani bizler, bu çağdışı köhne, bağnaz anlayışa bu şekilde yanıt vermiş oldu. O gün yani geçen 29 Ekim’de insanları ortak bir sevinçte buluşturan din ya da ümmet değil, hangi dinden olurlarsa olsunlar ister inançlı ister inançsız olsunlar, hangi etnik kökenden gelirlerse gelsin, 100 yıl önce kurulan bu, Cumhuriyet’tir!...”

Benim birazdan yazacaklarım, (cahil cühela takımını asla kast etmiyorum, onlar kapsam dışıdır, zaten) ben sözüm, seslenişim, (okumuş, yazmış, düşünen, bilen, anlayan aydın kesime) lütfen beni yazımın başından anlattıklarımdan ötürü ‘JAKOBENLİK’ veya anı anlama gelen ‘ÜSTENCİLİK’ ile eleştirmeyin, suçlamayın, yaftalamayın! bu sütunlarda daha önce belki anımsayacaksınız, başka vesilelerle kaleme aldığım yazılarımın bazılarında Huntington’ın ‘MEDENİYETLER ÇATIŞMASI’ adını taşıyan yapıtında “Türkiye Ortadoğu’da lider olmak istiyorsa laiklikten, Kemalizm vazgeçmelidir!” diye vurgulayarak yazdığını da hep anımsattım. Sizler eğer bugün bana “Türkiye, neden bugün, son 25-30 yıldır ve bugün hala ‘Siyasal İslamcılık’ ideolojisinin baskısı altındadır?” Diye soracak olursanız, bu soruya yanıtım; ‘işte bu çarpık yaklaşımın topluma siyasal egemenler tarafından dayatılan izdüşümüdür!’ Demek durumundayım. Nasıl mı? Hemen açıklayayım o zaman…

Siyasal literatürde belirtilen anlamda bir ‘aidiyet biçimi’ olarak tanımlanan ‘yurttaşlık/vatandaşlık’ kavramı toplumların yaşadığı devletlerde ‘eşitlik ve özgürlük’ idealini içerir ve bu çerçevede devlet ile birey arasında hukuki bağı kurar, kurmak zorundadır. Bence bu noktada, bugün ‘siyasal İslamcı kadroların’ iktidarda olsun, muhalefet kesiminde sırasını bekler olsun, bence hiç fark etmez, 1923’te kurulan Cumhuriyet ile ilgili en temel sorunlarından biri ve bence en önemlisi işte bu ‘aidiyet biçimi’ olarak anlatmaya çalıştığım ‘YURTTAŞLIK/VATANDAŞLIK BİLİNCİ’NİN’ tam anlamıyla ‘EŞİTLİK ve ÖZGÜRLÜK’ temeline oturtulamaması, dolayısıyla bu bilincin tam olarak hatta bütünüyle algılanamamasından kaynaklanmaktadır…

“Çünkü ‘şeriatı, padişahlığı ve halifeliği kaldıran, bu vatan topraklarında yaşayanları kulluktan yurttaşlık statüsüne geçiren, egemenliği padişahtan, halifeden alıp halka yani bizlere millete veren, laiklik ilkesini Anayasa’ya koyan sistemin, düzenin adıdır Cumhuriyet. İşte hoşlarına gitmeyen hatta nefret ettikleri, öfke duydukları budur aslında!..”

Onların hedeflediği ‘SİYASAL İSLAMCI’ düzende kesinlikle, asla ve kesinlikle ‘YURTTAŞLIK/VATANDAŞLIK’ kavramı yoktur. Aksine birbirine din ile bağlı olanların oluşturduğu ‘ÜMMET TOPLUMU’ kavramı vardır. Onların özlemini duyduğu düzende herkes padişahın, halifenin kuludur. Egemenlik de ümmet adına padişah tarafından kullanılmalıdır. Kısacası Sözün özü; Siyasal İslam, laik Cumhuriyet’in antitezidir! Öyle ise kısaca tekrar sözlerimi yineleyeyim o zaman. Benim bu konuda tarafım net! Sizlerde tarafımızı netleştirin; “Demokratik, laik sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyet’ten yana mısınız, yoksa teokratik düzende faşizan bir yönetim biçiminden yana mı?..”