BASKI VE DAYATMALARLA DİNDAR OLUNUR MU?.

Ülkemizde ne yazıktır ki, bir kısım çevrelerin 55-60 yıldır ulaşmak istediği siyasal sistem bugün varmış gibi gözükmektedir. Kanımca bu siyasal sistemi, Sünni İslam fıkhını refere ederek inşa etmek istiyorlar ve bunun taşlarını döşüyorlar. Aslına bakarsanız, Sünniliğin dört fıkhi ekolü var: Bunlar, Hanefilik, Şafilik, Malikilik, Hanebelilik’tir. Bunların içinden güncel anlamda Vahhabiliğin ve Selefiliğin öne çıktığını görülmektedir. Çünkü Vahabilik ve Selefilik de aslında bu Sünni İslam fıkhından neşet eder yani alır ve yayılır. Kimi ve hatta çoğu ilahiyatçılar her ne kadar Selefiliği daha evvelki dönemi ifade ediyor gibi anlatsa da, aslında o anlayışta da bu külliyattan beslenmektedir. Günümüzde malum çevrelerin birtakım çalışmaları, uygulamaları bize bunu anlatmaktadır. Tırnak içinde ifade etmek gerekirse şeri bir İslam devleti kurmak veya devleti o tarafa doğru dönüştürmek arzusunun var olduğu, anlaşılmaktadır. Günümüzde İslam adına bu topluma dayatılmak istenen bir proje var ve adım adım uygulanmaya çalışılıyor, kanaatini taşımaktayım. Devamında ben yine şu kanaati taşımaktayım ki; Bu proje kimi İslam ülkelerindeki gibi kısa dönemde gerçekleşen büyük ihtilaller, devrimler yoluyla değil, uzun bir sürece yayılmış şekilde ilerliyor. Bu sürecin sonunda varacakları yer birilerinin zannettikleri gibi İslam ya da Kuran’ın hükümleri falan olmayacaktır. Tam tersine Emevilerin çarpıttığı, tersyüz ettiği bu sebeplerle dejenere edilmiş yozlaştırılmış bir din anlayışı olacaktır. Ne yazık ne vahimdir ki!...

İlahiyatçı Cemil Meriç bu durumu “Sözde İslam” şeklinde tanımlamaktadır. Gerçek yani hakiki İslam aranıyorsa ki ben arıyorum; Bu evrensel insan hakları temelinde evrensel hukuka yapışarak, ona tutunarak mümkün olur. Hurafelerle dolu din anlayışını dayatarak değil. Çünkü Kuran bunu söylemekte anlatmaktadır. O günün koşullarında yani İslamiyet’in doğuşuyla birlikte bugüne kadar yapılabilecekler yapılmış, sonra insan aklının önü açılmış, bu yoldan ‘yürüyün’ denilmiştir. Kimileri o yolda yürümekten imtina edip, yedinci asırdaki noktada yürüyor, daha doğrusu yerinde sayıyor, gibi durmaktadır. Kutsal kitabımız Kuran, “Her zamanın bir hükmü vardır” demektedir. Bu kelam kesinlikle dikkate alınmalıdır ama görüyoruz, alınmamaktadır. İslam tarihini doğru kaynaklardan inceler ve irdelersek bu doğru anlayışın üzerine betonu İmam Gazali dökmüş, “İçtihat kapısı kapanmıştır” demiştir. Gazali'den sonraki süreçte Müslümanlar adeta durmuş, İslam tarihi de dondurulma noktasına getirilmiştir. Yine İlahiyatçı Cemil Meriç bir söyleşisinde konuya ilişkin şunları söylemektedir; Bugün birilerinin övgüyle bahsettiği Nizamiye Medreseleriyle birlikte akıl hapsedildi. Özgür düşünce katledildi. Ne lazımsa önceden zaten söylendi denildi, fikir hürriyetine saygı duyulmadı. Dolayısıyla da İslam Dünyası ilerleyemedi. Bugün Türkiye’yi ve bazı İslam ülkelerini Emeviler dönemine geri götürmeye çalışıyorlar. Evrensel hukuk, İslam’a uygundur. Bugün bir Müslümanın hukuk adına savunması gereken değerler insan hakları olmalıdır. Bugün birilerinin bu ülkeye egemen kılmaya çalıştığı din anlayışı kadercilik üzerinedir. Emevi doktrini üzerinedir. Bu anlayış, insanları dünyevi realiteden koparır, tamamen uhrevi anlatılara göre hayatı dizayn etmeye çalışır. Fakat tüm bunlar olurken de küçük bir azınlık dünyanın nimetlerinden sonuna kadar faydalanır. İslam dünyasında hemen hemen bütün ülkeler bu durumda. Laikliği esas alan birkaç ülke istisna edilebilir. Yani anayasasında hala laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti yazan Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti gibi..

Doğru söze ne denir, ilahiyatçı Cemil Meriç ile aynı kanaatteyim, aynı görüşleri fazlasıyla taşımaktayım. .