AYDINLIK DÜNYADA ORTAÇAĞ KARANLIĞI MI?
Tek adam rejiminin devri iktidarıbaskıcı teokratik hatta faşizan uygulamaları nedeniyle, aylardır çeşitli kültür, sanat ve müzik festivalleri ve konserler türlü bahane, gerekçelerle iptal edilmekte yasaklanmaktadır. AKP, cemaatler ve tarikatlar, kendi köktendinci İslamcı yaşam tarzını, toplumun tamamına dayatma hastalığına kapılmıştır. Kendisi gibi olmayana yönelik tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük, öfke, nefret ve hınç, bir yandan dogmatizmin, bir yandan da bence bir ruh hastalığının işaretleri göstergeleridir. Örneğin; Geçen Ağustos ayında Sahne sanatçısı Gülşen Çolakoğlu’nun, anayasaya, yasalara ve hukuka aykırı bir biçimde tutuklanması, bu dogmatik, despotik ve hastalıklı sürecin bir uzantısıdır. Tutuklanan Gülşen değil, köktendinci İslamcı faşistlerin görmeye bile tahammül edemedikleri modern yaşam tarzıdır. Kanaatim odur ki, Gülşen, imam hatip mezunları hakkında sarf ettiği sözlerden dolayı değil, konserlerinde, sahnede giydiği açık ve erotik kıyafetlerden ötürü tutuklanmıştır. İmam hatip konusu, görünüşteki gerekçedir, gerçeklikte asla gerekçe değildir.Öte yandan, Gülşen’in tutuklanma gerekçesi olarak gösterilen sözler, anayasaya, yasalara göre öyle iddia edildiği gibi büyük bir suç unsuru oluşturmamaktadır. Resmi gerekçeye göre, Gülşen, bir konserinde, orkestrasındaki bir sanatçıyla şakalaşırken “O imam hatipli, sapıklığı oradan geliyor” sözlerini kullandığı için tutuklandı.Bu sözleri sarf etmek belki ayıptır, densizliktir ama kesinlikle yasal ölçülerde suç değildir. Bu sözler, yanıltıcı bir genellemenin ifadesi olduğu için kınanabilir, eleştirilebilir ancak demokratik bir ülkede, kimse bu sözlerden dolayı apar topar tutuklanamaz.Söz konusu davayı oluşturan savcılar ve yargıçlar, Gülşen Çolakoğlu’nun, sahnede giydiği erotik ve açık kıyafetlerden dolayı tutuklanmasını talep edemeyecekleri için, bir konserde kendi arkadaşlarıyla arasında geçen özel bir diyaloğa sarılarak Gülşen üzerinden, Türkiye’nin özgürlükçü, laik kesiminekendilerince gözdağı vermişler ve adeta kendilerince bir teokratik nizam provası gerçekleştirmişlerdir. O nedenle konu Gülşen Çolakoğlu’nun şahsını çoktan aşmıştır kanaatindeyim. Bu olay, AKP hükümetinin desteğinde, tarikatların ve cemaatlerin, yargı mekanizmasına sızdığının, yargıyı adeta işgal etmesinin bariz kanıtlarından birisi değildir de nedir? Başörtüsü, kara çarşaf ve kadının bedeninin tümüyle kapatılması gerektiğini savunanlar, Türk toplumunu, bu milleti memleketi nereye götürmek istemektedirler?..
Ahlakı, kadının cinselliğine ve bedenine indirgemek, ortaçağda Hıristiyanların en büyük özelliklerinden birisiydi. Nitekim Hıristiyan rahibelerin giyim tarzıyla, İslam dünyasındaki başörtülü ve kara çarşaflı kadınların giyim tarzı büyük benzerlikler göstermektedir. Kadının bedenini kapatmak ve gizlemek, kadının cinselliğinin ve cinsel kimliğinin baskı altına alınması amacını taşımaktadır.Demokratik, laik bir hukuk devletinde, kadınlar kendi özgür iradesiyle, başörtüsü takma ve kara çarşaf giyme haklarını kullanabilirler. Ancak demokratik, laik bir hukuk devletinde kadınlar, dekolte kıyafet, mini etek, yırtmaçlı etek, transparan kıyafet, mayo giyme haklarını da özgürce kullanabilmelidirler. Demokratik, laik bir hukuk devletinde, insanlar siyasal ve toplumsal yaşayış tercihlerine göre yargılanamazlar, dışlanamazlar, baskı altında asla tutulamazlar. Artık iyice anlaşılmıştır ki, tarikatlar ve cemaatler, özgür ve cesur kadınlardan adeta nefret etmektedir. Çünkü bu kadınlar, bunların ve bu gibilerin yani tarikatların ve cemaatlerin dogmatik ruh hallerini ve korkaklıklarını ortaya çıkarmaktadır. Bunlar düşünmekten, sorgulamaktan, felsefeden, bilimden, sanattan, aydınlanmaktan, yaratıcı olmaktan korktuğu gibi, eğlenmekten, haz almaktan, cinsellikten, kadının ve erkeğin bedeninden de korkan, kasveti, çile çekmeyi, biat etmeyi, baskıyı ve karanlığı yücelten köktendinci, İslamcı, laiklik karşıtı hareket, toplumu sindirmeyi ve asimile etmeyi amaçlamaktadır.Bu baskılara karşı direnmek bence çağdaşlığa ve aydınlığa inanan her vatandaşın başlıca sorumluluğu olmalıdır. Despotlara ve zalimlere karşı taviz vermek ile despotizme ve zulme karşı mücadele verilemez.Özgürlüğü ve adaleti hak etmek için, özgürlük ve adalet için mücadele etmeyi ve bu mücadelede bedel ödemeyi, koşulsuz özveride bulunmayı göze almak gerekir. Aksi halde herkesin kendi kişisel rahatını, huzurunu, çıkarını gözettiği bir ülke, ortaçağ karanlığında kalmaya mahkum olur, diye düşünüyorum. Sizde haksız ve yanlış mı, düşünüyorum. Ne dersiniz?..
Yorum yapın