ASLINDA BİR DÖNEM KAPANIYOR!..

Türkiye’de İslamcı siyasetin öncüsü Necmettin Erbakan ve talebeleri, 1979’da gerçekleşen İran İslam Devrimi’nden sonra dünyada yükselen dinci siyaset dalgasının da etkisiyle siyasal İslam’ı yeni yetişen genç kuşaklar için yeniden biçimlendirip konumlandırdılar. Onların çoğunlukla ‘takiye soslu’ bu türden çabalarıyla siyasal İslam, seksenli ve doksanlı yılların genç kuşakları açısından çok güçlü toplumsal ve siyasal bir çekim merkezine dönüştü. O süreçte ülkede süregelen gelir dağılımının bozukluğu ve muhafazakâr toplumsal yapı İslamcı siyasetin işlerini daha da kolaylaştırmış oldu. Kimlik bunalımı yaşayan, ekonomik olarak zor koşullara mahkûm edilmiş seçmen kitleleri İslamcı siyaseti, “adil düzen” kuracak devrimci bir hareket gibi algıladılar. Böylece devletten uzun süre adalet beklemiş olan bu kitleler, doksanlı yılların ikinci yarısında merkez sağ siyasetin de kendini imha etmesiyle birlikte kolaylıkla İslamcı siyasetin destekleyicisi haline geliverdiler. Sonuçta doksanlı yıllar boyunca boyunca yükselen İslamcı siyaset, muhafazakâr iş dünyasının ve cemaatlerin büyümesine destek oldu. Ardından da 2002 seçimleriyle siyasal İslam bu siyaset pazarının en önemli gücüne dönüşmüş oldu. 2002’den itibaren AKP temsilcilerinin “dava” sözüyle tanımladığı tüm değerler siyaseti ise İslamcı siyasetin uzun süre iktidarda kalmasının rasyoneli oldu yani gerçeği haline geliverdi. Kendilerine “Alnı secdeye değmiş, cami cemaat görmüş kadrolar” “Cuması olanlar” veya “Faziletliler/Erdemliler Hareketi” diyen bu İslamcı siyaset unsurları, ülkeyi maddi ve manevi olarak kalkındıracak, muhafazakâr nesiller yetiştirecek ve ülkede muhafazakâr düzende (sözüm ona) bir demokratik düzen kuracaktı ama ne dedilerse, neyi savundular, öne sürdülerse onlar tam tersini yaptılar, Sadece biz de değil dünya üzerinde İsalm coğrafyasında bulunan hemen her ülkede tam tersi gerçekleşmiş oldu, Mısır, Tunus, Libya gibi ülkelerin bugünkü haline bakın ne demek istediğimi hemen anlarsınız!..

Arap/İslam coğrafyasında yer alan bu ülkelerin çoğunda halk hareketiyle, kimi ülkelerde terör yoluyla, kimi ülkelerde askeri darbeyle, kimi ülkelerde ise demokratik yollarla işbaşına gelen bu sözünü ettiğim İslamcı siyaset unsurları ve temsilcileri bir köklü ve kalıcı çözümler üretemedi. Bugün artık net olarak görülüyor ki bir dönemin sonuna gelinmiştir!. 

Tıpkı İran, Mısır, Libya, Cezayir, Afganistan ile Suriye ve Irak’taki IŞİD örneklerinde olduğu gibi İslamcı siyasetin figürleri ve de tüm unsurlarıyla Türkiye’ de de uygulama alanı epeyce daralmış, inandırıcılığını, güvenilirliğini epeyce yitirmiş biçimde yok olmaktadır. Yani bir başka deyişle çöküş başlamış hatta bitmek üzeredir. O gafillerin sözde adil bir düzen kurmak bir yana devleti ele geçirip toplumu kutuplara böldükleri, ekonomiyi nasıl çökerttikleri apaçık ortadadır. Dahası esas dayanakları olan dini değerleri de yozlaştırdıkları, dejenere ettikleri yani yozlaştırdıkları artık ortaya çıkmıştır. Bunların çoğunluğu, bugünlerde elde ettikleri gücü ellerinde tutabilmek için demokrasiyi ortadan kaldırmaya, teokratik kurallara dayalı bir düzen kurmak amacıyla türlü atraksiyon denemeleri, çabaları içine dahi girmiş görünmektedir. Aralık ayı başı itibarıyla Türkiye’deki toplam seçmeninin çok bir büyük bölümünün İslamcı siyasetten umudunu kesmiş durumda gözükmesi, Eylül, Ekim, Kasım döneminde yapılan çoğu anketin sonuçlarına göre yüzde 65 düzeyinde bir oranda “Erdoğan’ın ve dolayısıyla AK Parti’nin yeniden seçim kazanması Türkiye’nin geleceğine zarar verecektir” şeklinde düşünecek bir noktaya gelmesi ve aynı anketlerin sonuçlarına göre yüzde 72’sinin de ekonomik krizin daha da derinleşeceğine inanıyor olması, içerideki ve dışarıdaki gelişmelerle bağlantılı bir durumdur..

Aslına bakarsanız, yaklaşan seçimler öncesinde Türkiye’nin İslamcı siyasetten kurtulmasını sağlayacak koşullar çok hazırmış gibi görünmektedir. Demokratik muhalefetin ‘yeni bir düzen kurmak ’ ve ‘Yeni bir öykü anlatmak’ amacıyla çekim merkezine dönüşme çabaları ve altılı masadan çıkacağı öngörülen ortak adayın etrafında birleşecek olması işleri daha da kolaylaştıracaktır, kanısındayım. Toplumdaki siyasal kutuplaşmanın her geçen gün daha da derinleştiği ülkelerde bu türden sürdürülecek kampanyaların bence birincil görevi, seçmendeki zihinsel duvarları öncelikle aşabilmektir. Özellikle Türkiye gibi seçmenlerin epeyce kutuplaştırıldığı, ötekileştirildiği ülkelerde, karşı mahallenin seçmen kümelerinin sizi dinlemesini sağlamak çok önemlidir. Bunun yolu, o mahallenin değerlerine saygı göstermekten ve pozitif biçimde sürdürülecek kampanyalardan geçmektedir.  Altılı masa etrafında buluşan muhalefet unsurlarının, tarihten, iklimden, coğrafyadan ve 20 yıldır süregelen uzun AK Parti döneminden kaynaklanan her sorunu elbette çok kısa sürede çözemeyeceği açık bir gerçektir..

Ancak en azından uzlaşma ve barış içinde mevcut bozuk düzenin çarkları tersine çevrilip, revizyon yani iyileştirmeler sağlanabilir, ülkede potansiyel şiddeti kontrol altına alıp başta adalet, ekonomi, teknoloji, eğitim, sanat, spor olmak üzere hemen her alanda ilerlemeyi ve bu ülke yurttaşların refah ve mutluluğunu sağlayacak itici motor güç oluşturulup, yüksek devirle çalıştırılabilir, kanısındayım. Yine mi yanlış düşünüyorum acaba sorarım sizlere!..