‘Nasıl yani?’ Diye sorduğunuzu duyar gibiyim. O soruyu soruyorsanız ve yanıtını da merak ediyorsanız, aşağıda anlatacaklarımı lütfen dikkatle okuyun!.. Efendim, düşünce insanı diğer canlılardan ayıran temel bir ayrıcalıktır. O halde kendini ifade etmek de insan için temel bir ihtiyaçtır. Zaten devletin 21. yüzyılda var olma amacı bizim haklarımızı güvence altına almak değil midir?..
Öyledir elbette. Anayasamızın 26. maddesinde “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” var iken 28. maddesinde ise “basın hürriyeti” güvence altına alınmıştır. Anayasa gibi bir üst norm ve uluslararası sözleşmeler ile güvence altına alınan bu haklar tehlikede midir? Elbette değildir ama işte bu söz konusu sansür yasası akıllarda bu sebepledir ki soru işareti bırakmaktadır. Çünkü bu çıkarılan yeni yasayla yapılan değişiklik ile “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” diye tanımlanan ‘uyduruk bir suç’ hayatımıza girmiş bulunmaktadır. Şöyle bir düşünün; Örneğin Twitter’da bir haber gördünüz, bu haber size göre güvenilir bir kaynaktır. Siz de bunu ‘retweet’ ettiniz. Bu haber yanlış ise ‘geçmiş olsun’ artık siz de bir şüphelisiniz. Peki, siz bu bilginin doğru olup olmadığını nasıl bilebilir, anlayabilirsiniz? Böyle bir olanağınız var mı? Hayır elbette yok. Ama derhal bir savcılık soruşturması geçirmeniz hatta hapis cezası almanız için bir retweet yeterli olacaktır. Bu durum, sizin ifade hürriyetinize, özgürlüğünüze vurulmuş koskocaman bir balyoz değil de nedir? Sorarım sizlere…
Ceza hukukunda niyet okunmaz, niyet okunarak hüküm verilmez. Yapmadığınız, eyleme geçmediğiniz sürece siz suç işlemiş olmazsınız, suç işlemiş görünmezsiniz. Ancak çıkarılan bu yeni yasa yani sansür yasasının bir maddesi sanıyorum 29. Madde sizin niyetinizi okuyabilir. Çünkü o yasasının belirttiğim maddesi çok muğlak ifadelerle dolu epeyce belirsizlikler var. Oysa kimse temel olarak düşüncelerinden dolayı suçlanamaz. Bu yakın geçmişteki yargı kararları ile de sabittir. Sizin böyle bir konuda soruşturma geçirmeniz dahi kariyerinizin lekelenmesine ‘masumiyet karinesi’ hakkınızın çiğnenmesine sebebiyet verecektir. Zaten gazeteciler, daha geniş ve genel tanımıyla medya çalışanları haber kaynaklarını asla paylaşmak zorunda değildir. Diyelim ki, bir devlet kurumu sizin yaptığınız haberi yalanladı. Ama haberin gerçekliği ve doğruluğu gün gibi apaçık ortada durmaktadır. Bu durumda gazeteciler kendi kaynaklarını açıklamak zorunda mı kalacaklar? Bu basın özgürlüğünün apaçık ihlali değil midir? Basın Kanunu’nun 12. maddesinde “Süreli yayın sahibi, sorumlu müdür ve eser sahibi, bilgi ve belge dahil her türlü haber kaynaklarını açıklamaya ve bu konuda tanıklık yapmaya zorlanamaz” düzenlemesi mevcuttur. Yani basın mensupları haber kaynaklarını açıklamak zorunda değildir. Bu düzenlemenin yanında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ‘Goodwin yasası’ diye anılan Birleşik Krallık kararında, gazetecilik kaynaklarının korunmasını, basın özgürlüğüne ilişkin temel koşullardan biri olarak görmüştür. Bu tür bir koruma olmaksızın, kaynaklar, kamuoyunu ilgilendiren konularda kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla basına yardım etmekten kaçınabilirler. Sonuç olarak basının, yaşamsal önem taşıyan “kamu bekçiliği/Kamu denetçiliği” rolü ve işlevi derinden sarsılabilir ve basının doğru ve güvenilir bilgi sunma özelliği ciddi ölçüde sarsılabilir. Yani gazetecilerin kaynaklarını açıklamaya zorlanmaları bir Anayasal hak ihlalidir. Suç ve ceza içeren bir düzenlemedeki belirsizlik temel hak ve özgürlüklerin düşmanıdır. Oysa temel hak ve özgürlüklerin amacı insanların onurlu yaşaması değil midir? Unutulmamalıdır ki düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar, gerçekleri öğrenmek özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir. Bu unutulduğu takdirde birileri bizleri hep ama hep daima gözetlemeye devam edecektir!..
Yorum yapın