İster inanın ister inanmayın bence yaşamın içinde 'kıssadan hisse kapılacak, ibretlik dersler çıkarılacak' kısa öyküler epeyce çoktur, ben samimiyetle buna inanıyorum!...
Benim deyimimle ‘zaruret hasıl olduğunda’ ya da bir başka deyişle ‘yeri geldiğinde’ veya ‘CUK’ oturduğunda ben de bu sütunlarda o kıssadan hisse kapılacak ibret dolu öyküleri anlatmayı bir anlamda görev sayıyorum ve hemen anlatmaya başlıyorum. Bu kez hafta sonunda değil hafta başında sizlerle paylaşacağım kıssadan hisse kapılacak ibretlik ilk öykümüz "Baltayı bilemek!" başlığını taşımaktadır.
“Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyormuş, bir ağacı kesip devirirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından birkaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş. İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya bağladığında eve dönüyormuş. Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar. Sonuçta ikinci adam çok daha fazla ağaç kestiği ortaya çıkmış. Birinci adam bu duruma kızmış, öfkelenmiş. "Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken işe başladım, ama senden daha geç bitirdim. Yine de sen daha fazla ağaç kestin. Bu işin varsa sırrı nedir?" diye sinirli biçimde sormuş. İkinci adam yüzünde tebessümle yanıt vermiş: "Ortada bir sır falan yok ki! Sen durmaksızın çalışırken, ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir. Bunu senin de bilmen gerekirdi."
Bu kısa öyküden çıkarılacak kıssadan hisselik sonuç bence şöyle olmalıdır; "Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp, yaşamımızı objektif bir bakışla gözden geçirmektir. Zayıf bulduğumuz yanlarımızı ve alanlarımızı geliştirmek için caba göstermektir. Bu, zihnimizin, ruhumuzun, karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur. Yeni Delhi'deki ünlü tapınakta Sokrates'in su sözü yer alır: 'İnsan önce kendini tanı.' Kendini tanımak, şu anda olduğumuz noktayla olmak istediğimiz nokta arasındaki yoldur. Kendini tanımak, kendimizi nasıl gördüğümüz ile başkalarının bizi nasıl gördüğü arasında fark olmaması anlamına gelir. Bireysel hayatımızda ve iş yaşamımızda başarılı, mutlu ve doyumlu olmak istiyorsak, baltamızı bilemek için kendimize zaman ayırmalıyız…"
Sizlere aktaracağım ikinci öykümüz ise "Beyaz at ve hükümdar" adını taşımaktadır. Hükümdarın birinin beyaz bir atı varmış. Hükümdar, bu atını çok severmiş. Bir gün bütün maiyetinin yani kendi adamlarının hazır bulunduğu bir sırada; "Bu beyaz atımın ölüm haberini getirenin kafasını uçurabilirim. Çok dikkatli olun. Çünkü bu beyaz atı canım kadar seviyorum. Onun ölüm haberi bende kriz geçirtebilir." demiş. Günün birinde, her şeyin eceli geldiği gibi beyaz atın da eceli gelir ve hükümdarın o beyaz atı ölür. Hükümdarın adamlarında bir telaştır, kopar. Kimse cesaret edemez ki, beyaz atın ölümünü hükümdara haber versinler. Seyis başı, düşünür taşınır, olacak gibi değil. "Ben gidip hükümdara haber vereceğim. Öyle olsa da böyle olsa da bizim kafa nasıl olsa gidecek!" der. Seyis başı, hükümdarın huzuruna çıkar: "Hükümdarım" der. "Sizin beyaz at var ya!"
" Evet, var!" der, Hükümdar. Seyis başı: "O beyaz at yatmış, ayaklarını dikmiş, gözlerini yummuş, karnı şişmiş, hiç nefes almıyor!" der. Hükümdar: "Seyis başı, seyis başı! Desene, bizim beyaz at öldü!" Seyis başı: "Aman hükümdarım! Ben demedim, siz dediniz hükümdarım, siz dediniz!" der ve kafayı kurtarır. Yani demem o ki; "Kim olursa olsun birine bir şey söyleme şeklimiz inanın birçok şeyi değiştirir, hatta hayat kurtarabilir!.."
Üçüncü ve bugünlük kıssadan hisselik ve de ibretlik son öykümüzün adı ise "Kırlangıcın öyküsü!"
Kırlangıcın biri, bir gün bir adama aşık olmuş. Her gün pencerenin önüne gelir onu izlermiş. Günlerden bir gün bütün cesaretini toplamış ve adama "Hey adam, ben seni seviyorum, uzun zamandır seni beğeniyle izliyorum!" demiş. Adam "Saçmalama yahu, sen bir kuşsun ben ise bir insan, durduk yere sende nereden çıktın!" diye bunu içeri almamış, pencerenin önünden kovalamış. Ama kırlangıç yine gelmiş "Tamam seni hiç rahatsız etmeyeceğim." demiş ve eklemiş "Sadece çok iyi dost olalım, bu bana yeter!" demiş. Adam yine kabul etmemiş ve onu yine kovalamış. Kırlangıç tekrar gelmiş "Bak bana" demiş. "Hava çok soğuk, seninle çok iyi arkadaş olalım, beni içeri al yoksa soğukta donacağım!" diyerek şöyle yalvarmış; "Beni içeri almazsan sıcak ülkelere göç etmek zorunda kalacağım. Lütfen, ne olursun, beni içeri al!" Adam kırlangıcın gözünün yaşına bakmamış ve onu yine almamış. Kırlangıç, çok üzgün bir şekilde başını önüne eğmiş ve gitmiş. Aradan epeyce çok zaman geçmiş. Adam pişman olmuş, yaz gelmiş, diğer kırlangıçlara sormaya başlamış. Ama o kırlangıcı gören olmamış. Sonunda danışmak amacıyla için bilge bir kişiye gitmiş olanları anlatmış. Bilge kişi demiş ki; "Kırlangıçların ömrü en fazla altı aydır. Hayatta bazı fırsatlar vardır, sadece bir kez elinize geçer değerlendiremezseniz, o fırsat uçup gider. Hayatta bazı insanlar vardır, sadece bir kez karşınıza çıkar, değerini bilmezseniz kaçıp gider ve asla geri gelmez. Dikkatli olun, farkında olun ve bir düşün bakalım, acaba sen farkında olmadan bugüne kadar kaç kırlangıç kovaladın!.."
Yorum yapın