Son günlerde her nedense(!) etrafımda aklını peynir ekmek gibi yiyenlerin sayısını epeyce artmış
görüyorum. Aslında bu tuhaf durum beni hiç ama hiç şaşırtmıyor. Çünkü daha önce birçok yazımda
çeşitli vesilelerle ifade ettiğim gibi ‘akıl tutulmasının aymazlık halini yoğun biçimde yaşayan bu
halkın birbirinden ötekileştirilerek ayrıştırılmış ezici çoğunluğu aldatılarak ve kaldırılarak içine
sokulduğu kutuplaşma girdabından’ bu gidişle kurtulamayacak gözükmektedir!.
Umarım yanılan ben olurum ama benim bir süreden beri gördüğüm manzara budur! Neden derseniz,
içinde yaşadığımız ve doğal bir parçası olduğumuz toplumda önemli bir kesim var ki, memleketin bitip
tükenmek üzere olduğuna kendini öylesine inandırmış ki her şeyin sonunun geldiğini zannediyor,
karalar başlamış biçimde ağlayıp inliyor gibi, yine aynı toplumun bir başka kesimi ise her şeyin güllük
gülistanlık olduğunu veya olacağını, memleketi idare edenlerin bu ülkeyi uçurduğunu, nurlu ufuklara
yol aldığını savunuyor!..
Daha da vahim olanı ise sözünü ettiğim her iki kesimde birbirini anlamadığı gibi aynı zamanda
birbirinden nefret ediyor ve olabildiğince kötülemekten, öfke saçmaktan geri durmuyor!.
Tüm bu nedenlerden dolayı bugün yaşama dair birkaç kelam etmenin daha doğru olacağını
düşündüm. Bu sayede zihnini adeta kilitleyen yani akıl tutulmasının aymazlık halini yaşayan ama bu
durumunun vahim halini bir türlü kavrayamamış, o yüzden de bir bakıma aklını peynir ekmek gibi
yiyenlere bir nebze ilaç olacağını düşündüğünden dolayı bugünkü yazımı kaleme almaya başladım.
İnsan doğar, emekler, yürür, kendisine biçilen hayatı yaşar veya kendisine bir hayat biçer. Her ikisinin
de sonucunda yaşlanır ve geriye dönüp baktığında iyisiyle kötüsüyle, mutluluğuyla hüznüyle, gururla
pişmanlıklar ve daha birçok duyguları tecrübe ettiği hayatına, yani geçmişine bakar. Aslında anlar ki,
en büyük birikim ve sermayesi, tüm bu yaşadıklarından elde ettiği kazanımlardır!.
Çünkü ‘yaşam yolculuğu’ aslında bir tünel gibidir. O tünelin neresinde olursanız olun, her tünelin bir
sonu vardır. Tünelin bir gün son bulacağını bilirsiniz, bilmelisiniz. Bu nedenle hayatın her anının
değerini bilip ‘mücadele’ diye tanımlanabilecek bu yolda, ‘tek başına’ değil, sevdiklerimizle
yürümenin önemini anlamalı ve hayat mücadelesini asla ‘kişiselleştirmeden’ sevdiklerinizle birlikte,
bu mücadeleyi vermenin önemini kavramalısınız, kavramak zorundasınız. Hayat mücadelesini
sürdürdüğünüz ‘yaşam tünelinde’ sevdiklerinizle mücadele vermenizin önemli olduğunu her birey
‘farklı yaşlarda’ kavrar. O kadar ki; Bu önemi yaşam tünelinin sonunda anlayıp, ‘hayatı pişmanlıklarla
dolu’ insanlar da vardır. Her ne kadar bir özdeyişte ‘son pişmanlık fayda etmez’ deniliyorsa da, bir
başka özdeyişte ise, ‘zararın neresinden dönülse kardır’ der. Bazen ‘insan, yaşam tünelinde
ilerledikçe kendini daha iyi tanıyor ve öğreniyor’ diye düşünüyorum. ‘İnsan, kendini tanıdıkça ve
öğrendikçe, buna paralel olarak kendini affedebilmeyi de öğrenmelidir’ kanısındayım. O yüzden
insanların olumsuzluklarının nedenine inmeli ve bu olumsuzluklara ‘şefkat ve hoşgörü ile yaklaşmalı’
öyle bakmalıdır. Verilen her kararın nedeni, ‘ne olursa olsun’ sorumlusu, kendisi olduğunun bilincinde
yaşamsal kararlarını vermelidir. Yaşam; Bu kapsamda düşünülüp ele alındığında, ‘yaşama dair’ ilginç
olduğu kadar çarpıcı sözleri ve şiirleriyle, ayrıca nüktedanlığıyla tanınan, protest şairlerimizden Can
Yücel ‘Ömür dediğin üç gündür; dün geldi geçti, yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin bir gündür;
o da bugündür.’ derken, aslında, bana göre; ‘hayatı tarif etmektedir!’ Türlü mücadelelerle
ilerlediğimizi düşündüğümüz, ‘şu kısa yaşam tünelinde, hayata dair bir katkı koyma adına’ yaşamın
içinden, manidar bir kesit olarak, ‘hayata dair’ bir öyküyü sizlerle paylaşmak istiyorum;
“Öğrencilerine hayat üzerine ders vermek amacıyla sınıfa giren profesör, hiçbir şey söylemeden,
kürsünün üstüne büyükçe bir kavanoz koyar. Ardından kavanozu tenis topları ile doldurur ve
öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar. Öğrenciler, hep bir ağızdan kavanozun dolduğunu
söylerler. Profesör bu kez, içi çakıl taşı dolu olan bir torba çıkarır ve torbanın içindeki tüm çakıl
taşlarını kavanoza döker. Sonra çalkalayarak taşların tenis toplarının arasındaki boşluklara
yerleşmesini sağlar ve dönüp öğrencilerine tekrar sorar; ‘Kavanoz doldu mu çocuklar?’ Öğrenciler
yine ‘evet, doldu’ diye yanıtlar. Profesör bu defa, içi kum dolu bir torba çıkarır ve torbanın içindeki
tüm kumu kavanozun içine boşaltır, çalkalar ve kumların, içi tenis topu ve çakıl taşı dolu olan

kavanoza yerleşmesini sağlar. Bir defa daha sorar öğrencilerine; ’Kavanoz doldu mu çocuklar?’
Öğrenciler bir kez daha yanıtlar; ‘Evet, doldu!’ Profesör, bu sefer de, bir öğrencisini kantine
gönderip iki fincan kahve almasını rica eder. Gönüllü bir öğrenci koşarak sınıftan çıkar ve kısa bir
süre sonra iki fincan kahve ile geri döner. Öğrencisinin elinden kahveleri alan profesör, bu defa
getirilen kahveleri kavanozun içine döker ve çalkalar. Sınıfa dönüp öğrencilerine son kez sorar;
‘Kavanoz doldu mu arkadaşlar?’ Öğrenciler biraz şaşkın biçimde, dördüncü kez ‘evet doldu’ yanıtını
vermek zorunda kalırlar. Bunun üzerine profesör, içi tenis topu, çakıl taşı, kum ve kahve dolu
kavanozu iki eli ile kaldırarak sınıfa gösterir ve şöyle der; ‘Bu kavanoz sizin hayatınızı simgeler.
Tenis toplarını hayatınızdaki önemli şeylerin yerine koyun. Aileniz, çocuklarınız, sağlığınız
arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeyleri düşünün. Diğerlerini kaybetseniz de, bu önemli
şeyler kalır ve hayatınızı doldurur. Çakıl taşları ise, hayatınızda daha az önemli olan diğer şeyleri
temsil eder. Mesela, işiniz, eviniz, arabanız gibi. Kum ise, geriye kalan ufak şeyleri temsil eder. Eğer,
kavanoza önce kum doldurursanız çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.
Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf
ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için değer taşıyan
önceliklerinize çevirin. Sağlığınıza dikkat edin, eşinizle yemeğe çıkın, evinizin ihtiyaçlarını
karşılamaya öncelik verin, yani her şeyden önce, tenis toplarını kavanoza yerleştirin.
Önceliklerinizi, sıraya dizmeyi iyi bilin. Çünkü gerisi hep kumdur!’ Tam bu sırada bir öğrenci sorar;
‘Peki, o iki fincan kahve neydi hocam?’ Profesör gülerek yanıtlar; ‘Hayatınız ne kadar dolu olursa
olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle birer fincan kahve içecek kadar yeriniz vardır. O iki
fincan dostlarınızla keyifle içeceğiniz kahvedir!”