Demokrasi, bir ülkede yönetimin halkın iradesine dayanmasıdır. Ancak, ülkemizden öteden beri özellikle son 15-16 yıllık süreçte demokratik kurumlar ve süreçler bir kişinin egemenliği altında ezilmekte, Yüce Meclis’in iradesi yok sayılmaktadır, kanısındayım. Anayasamız bir ülkenin temel yasasıdır. Devletin temel ilkelerini, vatandaşların haklarını ve yükümlülüklerini belirler. Ancak Türkiye’de yaşananlar, ne yazıktır ki, Anayasa’nın değil, bir kişinin keyfi talimatlarının üstün tutulduğunu göstermektedir. 1982 Anayasası’nın 153. Maddesi gayet açıktır: Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını koşulsuz bağlar. Oysa ülkemizdeki ‘Tek adam Rejimi’ bu maddeyi bir kenara itip kendi keyfine göre hareket etmeyi tercih etmektedir. Temel hak ve özgürlükler, bir demokrasinin ana yapıtaşlarından, temel direklerindendir. Ancak Türkiye’de ifade özgürlüğü, toplumsal muhalefetin acımazsızca bastırılması, adaletin bir türlü yerine getirilmemesi gibi sorunlarla karşı karşıya kalınmıştır. Hukuk devleti ilkesi tek bir kişinin isteği doğrultusunda maalesef çiğnenmektedir. Yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ilkesi, adil yargılanma hakkı gibi temel demokratik ilkelerin bir kenara itilerek hukuk devleti anlayışının adeta ayaklar altına alınması Türkiye’yi demokrasi değil, otoriter bir yönetim modeline sürüklemektedir. Bu da ülkemizde güvensizlik ve kaos ortamına neden olmaktadır. Bu demokratik anlamda ifade edildiğinde yaşanan karanlık dönemde, Türkiye’nin tek adam yönetimine dönüşmesiyle birlikte adaletin ve hukukun ayaklar altına alınması, demokratik hakların gasp edilmesiyle özgürlükler kısıldıkça kısılmıştır. Medya üzerindeki yoğun baskılar, muhalif seslerin susturulması ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması demokrasinin temel taşlarına vurulan darbelerdir. Bir ülkenin sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi için demokratik değerlere, hukukun üstünlüğüne ve şeffaf yönetim anlayışına ihtiyaç vardır. Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş, laik ve demokratik bir ülke olarak kurmuştur. Ancak, bugün O2nun bu mirasının yok edilmeye çalışılması Türkiye’nin temel değerlerinin sarsılmasına neden olmaktadır. Farkında mısınız bilmem ama Atatürk’ün izinden saparak demokrasiyi yok sayan despot bir yönetimle karşı karşıyayız. Bir ülkenin uygar uluslar içindeki yerini belirleyen unsurlar arasında demokrasi, insan hakları ve hukuk devletine saygı çok ama çok önemlidir. Ancak, Türkiye’nin günümüzde idare edenler bu temel değerleri yok sayarak uluslararası toplumda saygınlığını kaybetmektedir. Tek adam yönetiminin hukuk tanımaz uygulamalarının, demokrasiye ve özgürlüklere vurduğu darbenin boyutları sadece Türkiye’nin demokrat kamuoyunun değil, aslına bakarsanız tüm dünyanın dikkatle gözlemlediği bir demokrasi krizidir. Türkiye’nin demokrasi ve özgürlük mücadelesi, sadece içeride değil, aynı zamanda uluslararası kamuoyu düzeyinde de destek beklemektedir. Geleceğimize, adalete, hukuka ve ülkemize sahip çıkmak için tüm demokratların bir araya gelmeleri bir zorunluluktur. Ekonomik yönetimde yaşanan sorunlar, adaletsiz gelir dağılımı, yolsuzluk iddiaları gibi faktörler de Türkiye’nin geleceğini kanımca tehdit etmektedir. ‘Zorluklar ve yoksunluk içinde kıt kanaat geçinmek kötüdür ancak ekonomik yetersizliğin dayattığı toplumsal bozulma ve çürüme bir toplum için en kötüsüdür.’ Bunu tetikleyen unsurlardan birisi de demografik bozulmadır. Sonuçta; Türkiye’nin bugünkü karanlık tablosu karşısında ortaya çıkan çığlığın, demokrasi ve özgürlüklerin savunusunda birleşen seslerin yankısı, önümüzdeki günlerin belirleyicisi olacak, diye düşünüyorum. Bu duyarlılıklar Türkiye’nin geçmişten gelen değerlerinden sapmasının ne denli tehlikeli bir yol olduğunu göstermektedir. 25 gün sonra gerçekleştirilecek 31 Mart yerel seçimleri, bu çağrılara verilen somut bir karşılık olacaktır. Milyonlarca insanın sandıklarda bir araya gelerek demokrasiye, adalete ve hukuka sahip çıkma vakti gelmiştir. Bu seçim Türkiye’nin geleceğine dair bir umut ışığı olacak ve demokratik değerlere olan bağlılığımızı bir kez daha gösterme fırsatı sunacaktır, kanaatini kuvvetlice taşımaktayım. 31 Mart’ta bu duygu, düşünce ve kanaatlerle sandıklarda buluşmak, sadece bir seçim değil, aynı zamanda bir direnişin, bir uyanışın simgesi olacağına ilişkin inancım tamdır. Türkiye’nin demokratik mirasına, Atatürk’ün çağdaş vizyonuna, adaletin ve hukukun üstünlüğüne olan inancımızla hep birlikte geleceğimize sahip çıkmak zorundayız. Bu ülkenin kaderi, her birimizin ellerindedir ve bu kaderi aydınlığa taşımak da bizim sorumluluğumuzdur. Asla unutulmamalıdır ki; bir ülkenin sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi, demokratik değerlere bağlı, hukukun üstünlüğünü esas alan demokratik bir yönetimle mümkündür. Bu mücadele sadece bir siyasi görüşün, bir parti ya da bir grubun çabası değil, tüm Türkiye’nin ortak çabası olmalıdır. Bilimsel temellere demokratik ilke ve değerlere dayalı olarak yapılmakta olan bu türden tepki ve eleştiriler, demokrasiye vurulan darbenin sadece bir politik sorun olmadığını, aynı zamanda toplumun temel dokusunu sarsan bir sorun olduğunu da açıkça vurgulamaktadır. Türkiye’nin bugünkü gerçekliği, her birimizi geleceğimize daha sağlam bir şekilde sahip çıkmaya çağırmaktadır. O nedenle karamsarlığa ve umutsuzluğa kapılmak yerine daima her koşul altında birlik olmak ve demokratik değerlere sıkıca sarılmak Türkiye’nin yolunu aydınlatan bir kandil olmalıdır, diye düşünüyorum. Acaba haksız mıyım, yanlış mı düşünüyorum, sorarım sizlere!..
Yorum yapın