DP Sözcüsü ve İzmir Milletvekili Haydar Altıntaş, TBMM’de gerçekleştirdiği basın toplantısında yerel seçimlerle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Altıntaş Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimleri anımsatarak, “popülist söylemlerden uzak durulması” gerektiğini ifade etti.

Konuşmasında maden kazasını da eleştiren Milletvekili Altıntaş’ın açıklamaları şöyle: “Fay hattında siyanürlü altın madeni ruhsatı veren bir eski bakan, bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne başkan adayı olarak konulmuştur. İstanbul'un gelecekte karşılaşacağı tehlikeler dikkate alındığında, Sayın Bakan'ın karnesi bu maden ruhsatından çıkarılabilir. Bu vesileyle, İliç'te göz göre göre gelen makus kazada hayatını kaybeden bütün vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum.

 

“MADEN KAZASINDA SORUMLULUK,

SORUMSUZ SORUMLULARDADIR”

Burada her zaman bütün maden kazalarında olduğu gibi sorumlu arayıp onların üzerine bu işi yıkmakla işin içinden çıkamayız. Bu işin en doğru cevabını rahmetli Prof. Dr. Neyzioğlu'nun dediği gibi "sorumsuz sorumlulardan" sormak gerekir. Kimdir sorumsuz sorumlular? ÇED raporunu onaylayan, maden ruhsatını veren kişilere hesap sorulmalıdır ki doğru sonuca ve can alıcı noktaya gidilebilsin.

Türkiye'de siyanür kullanarak üretim yapan tesisler altın madeninden ibaret değil, kurşun ve benzeri diğer madenlerin üretiminde de ciddi manada siyanür kullanılmaktadır. Biz Demokrat Partililer olarak yeraltı zenginliklerimizin ekonomiye kazandırılmasından yanayız, ancak bu işler yapılırken çok ciddi denetim, çok iyi incelemeler, çok hassas işler yapılarak çevreye ve insan hayatına zarar vermeyecek tedbirlerin alınması gerektiğini ve bunun da yasalarla ve yönetmeliklerle düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

 

“ÇAYINI DEM'Lİ İÇEN DE DEM'SİZ İÇEN DE KENDİSİ BİLİR.

ÇAYIN DEM'İYLE SORUNLAR ÖRTBAS EDİLEMEZ.”

Biz Demokrat Parti olarak, ulusal siyasete ilişkin meseleleri değil mahalli idarelere ilişkin meseleleri konuşmayı tercih edeceğiz. Diğer tüm aktörlerini de doğru yere odaklanmaya davet ediyorum. Çayı DEM'li içen de DEM'siz içen de kendi bileceği iştir. Biz bu tür bir tasarrufun karşısındayız. Ancak çayın demini konuşmak, mahalli idarelerin sorunlarını ortadan kaldırmaya yetmediği gibi, bu meseleleri örtbas etmek için de çare olmamalıdır. Bu sorunların hepsini belediye seçimleriyle ilgili olarak söylemeye devam edeceğim.

Bütün partilerin adayları, kampanyaları döneminde bütçelerini, bütçelerinin gelir kaynaklarını ve ellerindeki kadronun şehirlerin bugünkü habitat çerçevesinde nasıl yönetileceğini, risklerin ve problemlerin ne olduğunu, imkan ve kabiliyetin ne olduğunu düşünmeden her şeyi yapabileceklerini iddia ediyorlar. Sonuçta yapılamaz hale geliyor.

 

“BUGÜN ORTALIKTA ÇAĞIN PARTİSİ OLMADIĞI GİBİ,

ÇAĞIN DEVLETİ VE ÇAĞIN ŞEHİRLERİ DE YOKTUR”

9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel'in deyişiyle, "Çağın devletini, çağın partisi, çağın şehirlerini, çağın devleti kurar ve yönetir." Bugün ortalıkta çağın partisi olmadığı gibi, çağın devleti ve çağın şehirleri de yoktur. İnsanlarımız, devletin akıl dışı uygulamaları ve şehirlerin çok popülist ve uygunsuz yasa dışı yöntemlerle imkan ve kabiliyet dışında zorlanmasıyla problemlerin altında ezilerek çaresizlik içerisinde yaşamaya devam etmektedir.

 

 

 

Şimdi ikinci konu şu: Belediye başkan adaylarının seçimi esnasında siyasi partilerin takip edecekleri usul... Elbette ki siyasi parti kanununun kendilerine verdiği yetkiyi kullanabilirler, onu eleştirmiyorum. Esasında onun da eleştirilecek bin türlü tarafı var. Ama bir Anadolu tabiri vardır, "Aynı anda iki ata binilmez" der. Milletvekili arkadaşlarımızın kendi partileri düzleminden Türkiye'deki bütün büyük şehirlerde aday olmak için sahaya sürüldüğünü görüyoruz. Evet, bir milletvekili arkadaşımız da aday olabilir, ancak nasıl diğer adaylar üzerinde uygulanan bir hüküm varsa, milletvekillerine de bu kanunlar geçerli olmalıdır.

Bir memur istifa etmeden, gününden evvel belediye başkan aday adayı bile olamazken veya herhangi bir meslek odasının başkanı veyahut yöneticilerinden birisi veya bir siyasi partinin kadrolarında görev almış bir kişinin istifa mecburiyeti ortada dururken, milletvekillerinin bu şartların hiçbirisine uymadan belediye başkanlığına adaylığını usulen yanlış buluyor, hatta milletvekillerinin belediye başkanlıklarına aday olurken seçilmemeleri halinde geriye dönme şartlarının bile ortadan kaldırılması suretiyle aday olmaldır diyorum.

Eğer iki makamı birbirine yedekleyerek çıkıp, "sonuçta kazanırsam hangisini tercih ederim" diyorsanız, milletin size vermiş olduğu yasama yetkisini uygun kullanmamış olursunuz diye düşünüyorum.

 

 “İKTİDAR, DEVLETİN KILICINI KUŞANMIŞ,

HÜKÜMETİN ARABASINA BİNMİŞ,

ŞEKİLSİZ VE RUHSUZ BİR KADRODAN İBARETTİR”

Bugün Türkiye'de idare edilen Partili Cumhurbaşkanlığı rejimi, 1940'ların Milli Şef döneminin kullandığı yetki ve kaynaklardan çok daha fazlasını kullanmaktadır. O yüzden Türkiye'nin gerçek manada demokratikleşmesi ve halkın kendi kaderine el koyabilmesi için bir kere bu Partili Başkanlık rejiminin mutlak surette düzenlenmesi ve başkanlık rejimiyle idare edilecek isek bile, yasamanın yetkilerini arttırarak Cumhurbaşkanı yetkilerinin bazılarının mutlak surette kısıtlanması gerekir. Aksi takdirde biz gerçek manada bir demokrasiye ulaşamayız.

Rahmetli Menderes'in 1950 seçimlerinden önce bir parti kongresinde söylediği şu sözleri de burada anma ihtiyacını duyuyorum: "İktidar, devlet partisi rolünde, devletin kılıcını kuşanmış, hükümetin arabasına binmiş şekilsiz ve ruhsuz bir kadrodan ibarettir."

İşte aynı Milli Şef döneminin tarifi gibi. Bugün Türkiye'de uygulanan sistem de rahmetli Menderes'in bu sözüyle birebirdir. Türkiye'de bir devlet partisi vardır. Devlet partisinin yöneticileri devlet kılıcını kuşanmış ve hükümet arabasına binerek hareket etmektedir.

 

HABER: HABER MERKEZİ