Şiir yorumcusu, tiyatrocu ve sunucu İbrahim Sadri, “Ben bir şiir yorumcusuyum. Ağırlıklı olarak kendi yazdığım şiirsel metinleri okuyorum. Şairlik zor bir iş. Şair olmak için şair gibi yaşamak lazım. Ben öyle yaşamıyorum” dedi.
Şiir yorumcusu, tiyatrocu ve sunucu İbrahim Sadri, İstanbul’da 1963’te dünyaya geldi, ilk ve orta öğrenimini Kasımpaşa’da tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde eğitim aldı.
Yedi yıl tiyatroyla uğraşan, radyo ve televizyonlarda programcılık ve sunuculuk yapan Sadri’nin yazı ve şiirleri, çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlandı.
Şiiri modern bir yorumla sunan Sadri, bugüne kadar sahne performansları, albümler ve televizyon programlarıyla geniş bir dinleyici kitlesine ulaştı.
ATV’de cumartesi ve pazar sabahı “ATV’de Hafta Sonu” programını sunan Sadri, şiir ve tiyatro yolculuğunun başlangıcını, yaşamındaki dönüm noktalarını ve bu yıl izleyiciyle buluşturduğu “Sahnede 40 Yıl” isimli şiirli müzik gösterisini AA muhabirine anlattı.
Soru: Sanat hayatınızın 40. yılını geride bıraktınız. Bu yolculuk bugüne kadar nasıl geçti?
İbrahim Sadri: Çok çabuk geçti, önce onu söyleyeyim. Ama öncelerinin biraz zor, meşakkatli, sonralarının da daha keyifli olduğunu söyleyebilirim. Benim zaten tercih ettiğim bir şeydi sahne, sanat. O nedenle zorluklarıyla birlikte eğlenceli olduğunu düşünüyorum. 40 yıl uzun süre bir insanın ömründe. Türkiye gibi sanat anlamında çabuk unutulmaya uygun bir zeminde 40 yıl her şeye rağmen bir şekilde ayakta kalmanın ve bilinmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Çok ünlü biri değilim ama ben tanınan, bilinen biriyim ve bunun daha değerli olduğunu düşünüyorum.

Soru: Tiyatroya olan sevginiz nasıl başlamıştı?
Sadri: Ben üniversitede okurken sanırım 1982’ydi, 12 Eylül’den çok kısa bir süre sonra Bilsak Tiyatro Atölyesine başladım. Sınavla alıyorlardı ve orayı kazandım. 1,5 sene falan orada Ayla Algan, Beklan Algan, Macit Koper, Erol Keskin gibi çok iyi hocalardan eğitim aldım. Hep tiyatro yapma aşkım vardı ama nasıl ve nerede yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Sonra nasip oldu, Ulvi Alacakaptan’la tanıştık. O da kendi tabiriyle söyleyelim, “hidayete ermiş” ve Şehremini’de Hidayet Kırtasiye diye küçük bir dükkan açmıştı. Onu iyi bir oyuncu olarak tanıyordum. Üniversiteli bir grup arkadaşla kendisini ikna ederek, yeniden onun tiyatroya dönmesini sağladık ve onun önderliğinde kurduğumuz Çağrı Sahnesi ile 1985’in mayıs ayında ilk kez benim yazdığım “İnsanlar ve Soytarılar” ismindeki oyunu, Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosu’nda sahneledik. O süreç benim aynı zamanda mesleki anlamda, sahne üzerinde ilk kez profesyonel yer alışımdır.
“Türkiye’deki özel radyolarda ikinci radyo şovunu yapan kişiyim”
Soru: Oyun oldukça beğenildi, turnelere de çıktınız değil mi?
Sadri: Oyun çok beğenildi. İki, üç oyun derken 100 oyun oldu. Çeşitli kesintilerle 1992’nin sonuna kadar devam etti. Sonra askerden döndüğümde “Yine tiyatro mu yapacağım?” falan diye düşünürken, 1993’te ilk kurulan özel radyolardan biri olan Akra FM’de radyo programcılığına başladım. Açıkçası bambaşka bir kapı aralandı hayatımda. Türkiye’deki özel radyolarda ikinci radyo şovunu yapan kişiyim. Birincisi de Kadir Çöpdemir’dir. Benden birkaç ay önce “Candan Cana” diye bir programa başlamıştı, farklı bir radyo kanalında. Sonra ben de Akra FM’de, “Eşref Saati” isminde bir program yapmaya başladım. Aslında Akra FM, kelimenin tam anlamıyla dini bir radyoydu, hala da öyledir. O açıdan çok da tutarlı bir yayın politikası vardır. Ama sağ olsunlar bana anlayış gösterdiler ve ben orada bir radyo şovu yapmaya başladım. Tabii belli çerçeveler içinde, kimseyi ezmeden bükmeden ama şakalar yapıyordum. O dönem büyük ses getirmişti, çok sevilmişti. Radyo programı aracılığıyla da aynı programla televizyona, Kanal 7’ye geçme imkanı oldu. Kanal 7, ilk dönem sadece İstanbul’a yayın yapan bir televizyon kanalı olarak kurulmuştu. Yani yerel bir kanaldı. 1994’ten itibaren de televizyon maceramız başladı. Hem radyo hem televizyon hem sahne hem kitaplar, şiir albümleri, hepsi bir arada iç içe geçerek bugüne kadar geldik.
Soru: Sanat yolculuğunuzda çok kıymetli isimlerle çalışma fırsatı buldunuz. Fakat sizde ayrı bir yerde duran bu isimler arasında Hasan Nail Canat ve Hüseyin Goncagül de var. Onlarla nasıl tanışmıştınız?
Sadri: Hasan abi, Çağrı Sahnesi’nde bizim gruba misafir oyuncu olarak katılmıştı. Sonra onlar Ulvi Alacakaptan’la birlikte devam etti ve başka oyunlarda da oynadılar. Öyle tanışma imkanım doğmuştu. Hasan abi, aslında bizden çok önce bu işin çilesini, zorluğunu çekmiş. Türkiye’nin zor zamanlarında Anadolu’da inandığı tiyatroyu yapmaya çalışmış, çabalamış çok büyük, önemli bir isimdir. Hüseyin Goncagül’le de radyoda beraber olmuştuk ama onun öncesinde de bir tanışıklığım vardı. O da çok inanılmaz donanımlı, yetenekli bir kişilikti. Devlet Tiyatrosu’nda çocuk oyuncu olarak da bulunduğunu hatırlıyorum. İkisiyle de güzel anılarım oldu.
“Şair olmak için şair gibi yaşamak lazım”
Soru: Kendinizi şair değil, şiir yorumcusu olarak tanımlıyorsunuz.
Sadri: Evet ben bir şiir yorumcusuyum. Ağırlıklı olarak kendi yazdığım şiirsel metinleri okuyorum. Şairlik zor bir iş. Şair olmak için şair gibi yaşamak lazım. Ben öyle yaşamıyorum. İsmet Özel, sağ olsun düğünüme geldiği zaman, hiç unutmuyorum, “Şimdi göreceğiz, şair misin, değil misin?” demişti. Ama iyi bir şiir yorumcusu olmaya çalışıyorum, çabalıyorum. Aslında benim bütün yaptığım bu 40 yıllık sanatsal etkinlikler içinde en çok öne çıkmış başlık, şiir yorumculuğudur. İnsanların çoğu beni öyle tanır, öyle bilir. Onun için de ben çok emek verdim. 1980’li yıllardan itibaren şiir albümleri yapmaya başladım. Fon müzikleri eşliğinde şiirler okuyordum. 1998’de yaptığım “Adam Gibi” albümü bir anda beni Türkiye’de ünlü bir şiir yorumcusu haline getirdi. Halbuki benim o tarihe kadar yaptığım 6-7 şiir albümüm de vardı. Ama 1998’de o dönem 1,5 milyon civarındaydı resmi tirajı Adam Gibi albümünün. O zaman korsan kaset de çok fazla oluyordu. Öylece albüm 2,5 milyonu geçmişti.
Soru: Adam Gibi’yi kitap olarak da okurla buluşturdunuz.
Sadri: Adam Gibi, kitap olarak da 7-8 baskı yaptı. Tabii biz daha önceki albümlerde şiirlerin altına hazır müzikleri koyuyorduk. Adam Gibi’de ise Gündoğar isminde çok değerli bir sanatçıyla her şiir için özel besteler yapıldı. Birkaç tanesinin içine şiirin sözlerinden yola çıkarak şarkı da konuldu. Böyle bir format icat etmiş olduk. Çok sevildi, beğenildi. Benim hayatımda da sahnede yeni bir şeye yol açtı. 1998’den itibaren küçük stand up öykülerle canlı şiirler okumaya başladım sahnede. Hala da devam ediyorum. O yüzden benim için bu şiir serüveni, bütün bu yapıp ettiklerim içinde tiyatroyu ayrı tutarsak hepsinin önündedir. Şu anda ATV’de cumartesi pazar bir haber kuşağı programı yapıyorum. Orada da programı şiir okuyarak kapatıyorum. Aralarda denk gelirse herhangi bir haberin arkasından, ona uygun bir şiir aklıma gelirse onu okuyorum ve izleyicinin de hoşuna gidiyor. O yüzden şiir meselesi bütün bu son belki 40 yıllık serüven içinde en fazla beni öne çıkarmış başlıktır diyebilirim.
“Şiir kendimi ifade etme biçimim”
Soru: Halen sanırım şiir yazmaya devam ediyorsunuz.
Sadri: Evet yazıyorum tabii. Yazmaz mıyım? İlham kaynağım hep aynı. Şiir benim kendimi ifade etme biçimim. Ben şiirle kendimi ifade ettiğimi düşünüyorum. 1976 ya da 1977’de rahmetli Çiğdem Talu, ortaokulda edebiyat dersindeki öğretmenimdi. Onun vesilesiyle ortaokul ikinci sınıfta şiir okuma yarışmasında İstanbul ikincisi oldum. Beni ilk keşfeden odur. Dolayısıyla şiir aslında benim hayatımda hepsinden önce var olan bir şeydi.
Rahmetli Cahit Zarifoğlu aracılığıyla 1980’lerin başında Mavera Dergisi ile tanıştım ve şiir yazma aşkına kapıldım. Cahit abi o zaman Ankara’da yaşardı. Dergiye gönderilen şiirleri o değerlendirirdi. Küçük küçük de cevaplar yazardı derginin arka sayfalarında. Biz yeni yetme şair heveslileri derginin arkasından başlardık okumaya, “Bakalım benle ilgili bir şey yazmış mı, bir şey demiş mi?” diye. Sonra İstanbul’a taşındı. TRT İstanbul Radyosuna tayin oldu. O vesileyle daha çok görüşmeye başladım. Cahit abinin evine girip çıkan, şiir meraklısı gençlerden biriydik. O zaten insanı kışkırtan bir yazardı. Yazmak istiyorsanız, ben hep söylerim gençlere, Cahit Zarifoğlu okuyun. Sizi kışkırtır bir şey yazmanız için. Çok acayip, dilin kuyumcusudur. Ona öykünerek yazmaya başladım. Çok okudum. O yıllarda okumadığım şair, takip etmediğim şiir dergisi yoktu.
Başta Cahit abi olmak üzere birkaç ustam oldu. Abdurrahim Karakoç’tan da çok şey öğrendim. Lise yıllarından itibaren denemeler, şiirler yazmaya başladık. Kıymetiharbiyesi ne kadardır bilmem ama yazdığım şiirlerin hepsinin bir hikayesi ve mutlaka bir gerçekliği vardır. O hakikilik, gerçeklik duygusu sanatın her alanında çok değerlidir. Benim şiirimin kahramanları, mekanları vardır. İstanbul ve özellikle 1970’li yılları anlatır. Yazlık sinemalardan, film oyuncularından, arkadaşlıktan, güzel dostluklardan bahseder. Mesela halen “Mavi Boncuk”, “Gülen Gözler” filmlerini döne döne izliyoruz. İçlerindeki o hakikilik, sıcaklık bizi hep çekiyor, özlem duyuyoruz. Ben de eserlerimde yapabildiğim kadarıyla o dönemin sıcaklığını anlatmaya çalıştım.
Soru: Yakın zamanda yeni bir kitap, albüm projeniz var mı?
Sadri: Elimde epey bir şey birikti. “Son Vapur” isminde bir kitap projem var. Derleyip toparlarsam 15-20 gün içinde biter diye ümit ediyorum. Artık albüm yok. Tekli diyorlar, onlar olacak. En son, merhum Yavuz Bülent Bakiler’in “Şaşırdım Kaldım İşte”yi okumuştum. Tabii şiir hep okuyacağım çünkü başka bir şey bilmiyorum.
Soru: “Sahnede Kırk Yıl” isimli gösteriniz devam edecek mi? Gösteride neler anlatıyorsunuz?
Sadri: Ben aslında Sahnede Kırk Yıl’da şiiri biraz azaltarak, 40 yılın hikayesini, sanat maceramın satır başlarını, küçük anekdotları, biraz da eğlenceli bir dille sahnede paylaşıyorum. Araları da şiirlerle süslemeye çalışıyoruz. Bir anlamda aynı zamanda Türkiye’nin de 40 yılından bahsediyoruz sanat alanında. Nerelerden gelmiş, nerelere gitmiş. İpuçları veren, küçük hikayelerle örülü bir şey. Birkaç yerde sahneledik. Çok da beğenildi. Bununla ilgili böyle geniş bir turne düşünmüyorum. Beni buraya bağlayan televizyon programım var. Cumartesi, pazar burada olmam gerekiyor. Şimdi birkaç görüştüğümüz yer var. Oralarda inşallah Allah nasip ederse gösteriyi gerçekleştireceğiz.
Soru: Bundan sonra içinizde kalan, yapmak istediğiniz bir şey var mıdır?
Sadri: Emekli olmak yani sanattan emekli olmak. Emekliyim zaten de… Bütün sanatçıların çoğunun hikayesi şudur aslında ya da benim tanıdıklarımın, ‘Ya bir gün şöyle bir sahil kasabasına yerleşelim de işte balık tutalım falan.’ Ben bunu çok yapabilecek tıynette biri değilim ama açıkçası yoruldum. Özellikle televizyon çok yorucu bir iş, canlı yayın. Her an dikkat etmeniz gerekiyor. Açıkçası sadece şiir okumayı ve şiir yazmayı yapmayı çok isterim. Ama ülkemizin şartları maalesef bizim çalışmaya devam etmemizi öneriyor.
Kendi yazdığım 5-6 oyun var. Bunların hepsi sahnelendi. Kitaplarım var. 6-7 tane, ağırlıklı olarak şiir kitabı. 12-13 tane şiir albümüm var. Ben aslında yapmak istediklerimi yaptım. “Şunu da yapsaydım.” diye hiç düşünmedim. Halimden memnunum. Çok daha fazla tanınmak, çok daha fazla belki ekonomik anlamda gelir elde etme imkanı olabilir miydi? Olabilirdi. Fakat ben o anlamda çok hırslı biri değilim. Yani sanat anlamında hırsım yok ama işimde hırslıyımdır. İşimi de iyi yapmaya çalışırım. Keşke ile yaşamak çok zor bir şey. Bu anlamda hayatımda da keşke çok azdır.
Soru: Sanat hayatınızda dönüm noktası olarak tanımladığınız bir süreç var mı?
Sadri: 1998, şiir albümü Adam Gibi benim dönüm noktam. O döneme kadar Türkiye’de muhafazakar camianın tanıdığı, sevdiği birisiydim. O tarihten itibaren Türkiye’de hemen hemen herkesin haberdar olduğu birine dönüştüm. Bu benim için zor bir süreçti. Allah’a çok şükür ki öncesinde sahne ve alkış tecrübem olduğu için oraları çok fazla hasar almadan atlattık. Ama dönüm noktam 1998’dir diyebilirim.
Soru: Son olarak gençlere neler söylersiniz?
Sadri: 40 yıllık sanat mecburiyetinin yanında gençlere olabildiğince sosyal medyadan uzak durmalarını tavsiye edeyim. Sosyal medya meselesini biraz tehlikeli buluyorum. Bizim ülkemizin genlerine çok uygun olmadığı kanaatindeyim. Biz daha çok yüz yüze dokunarak, temas ederek ilişkilerini oluşturmuş ve geliştirmiş bir ülkeyiz. Genlerimizden de öyle geliyor. Ama sadece gençlerin değil, hepimizin çok uzaklaştığı okuma meselesine geri dönmemiz lazım. Yani iyi kitapları, doğru isimleri okumamız lazım. Aileye de çok kıymet vermeleri gerekir. Bizim aile bağlarımız iyidir, sağlamdır ama genç kuşağın da o bağları muhafaza etmesi gerektiğini düşünüyorum.


