Binlerce yıl öncesine gidip tarihin derinliklerine kadar indiğimizde; İslamiyet’i kabul eden Oğuz Türk Boyları Selçuklu İmparatorluğunu kurunca Ortadoğu’da İranlılar ve Araplar ile yakınlaşmış olduğunu görürüz. Bence Türkçemizi asıl karartan öykü, 10. yüzyılda başlamıştır. O devirlerde yönetenler ile din adamları Müslüman halkı, cennette herkesin Arapça konuşulduğuna inandırmışlardı. Türkçeden ilk vazgeçen yönetimde Arapçayı, sanatta Farsçayı yeğleyen Selçuklular olmuştur o zamanlar…

Ardından Osmanlı da maalesef bu yolu izlemiş, halk kullanılması çok zor Arap abecesi ve yapay dil Osmanlıca engeliyle deyim yerinde ise ‘ÜMMİ’ kalmıştır. Selçukludan bu yana Türkçeyi Arapça ve Farsçanın boyunduruğuna sokan saraylar Türkçeyi hiç sevmemiştir. Bu ifade belki de sizlere biraz sert gelmiş olabilir ama Türkçenin tarihsel akışına baktığımızda asıl ve yalın gerçek budur ne yazık ki!..

1950’lerden bu yana değişik parti ve kimliklerle dönemler halinde iktidar olan, kenarından da olsa iktidarda olmayı becerebilen ‘güya’ milliyetçilerin de Türkçeyi pek sevemediğini, sevmediğini bana ne yazık ki süregelen yaşam bana çok acı gelen biçimde öğretmiş oldu. Onların asıl dertleri neydi biliyor musunuz? Osmanlıyı canlandırmak, hilafeti yeniden diriltmek gibi ütopya ötesi bir hezeyanı hakikate çevirmek!..

Soralım o zaman o Osmanlı sevicilere; Osmanlıyı Atatürk mü borçlandırdı, kapitülasyonları Atatürk mü onayladı? Yurdu işgal eden emperyalist işgalcileri Atatürk mü vatanımıza çağırdı?..

Atatürk, kendi pancarından şekerini üreten bir cumhuriyet kurmuştur ve özünü yayılmacıya teslim eden imparatorluğu tarihe emanet etmiştir!..

Bu mudur Atatürk’ün suçu, kabahati!..

Dinsel anlam yüklenen Arap alfabesi yerine Türkçenin seslerini tam anlamıyla karşılayan Latin alfabesinden kopyalanarak değil esinlenilerek özenle hazırlanmış ‘ABECE’ Türkçemizi Arapça ve Farsçanın boyunduruğundan kurtarmış ve Atatürk’ün öncülüğünde ‘Dil Devrimi‘ böyle gerçekleşmiştir. Laik eğitim, ‘KUL’ olmayı kabullenen ‘ÜMMET’ olarak dinin, ırktan, soydan baskın olmayacağı bir ulus yaratmak, yurttaşlık yani vatandaşlık bağı ile bu yurtta yaşayan bireylerin her biri için ‘Anayasal bir aidiyet duygusu’ yaratma çabaları suç mudur Allah aşkına!..

1928’de gerçekleştirilen Harf Devrimi, 1932’de gerçekleşen Dil Devrimi, kanaatim odur ki, bu ülkede düşünce özgürlüğünün, laik eğitimin, bilginin, sanatın, yargı bağımsızlığıyla taçlanacak barışın ABECE’si nitelindedir!..

Sözde aydınlara, çakma tarihçilere, din adamlarına gaz veren kimi siyasetçiler her fırsatta yani ‘her ağaç gölgesinde’ Atatürk’ün Harf ve Dil Devrimlerine saldırmayı vazife saymaktadır!..

Güya Arap alfabesi kaldırılınca bu millet bir gecede cahilleşmiş!..

Yahu insan utanır yahu; Arap alfabesi kaldırılmadan önce Osmanlı döneminde yaşayan bu milletin yüzde ‘sübyan mektebi, rüştiye, idadi, mektep, medrese’ görmüş, kaç kişisi “darülfünun” yani yüksekokul, üniversite bitirmişti? Onların kaçının dedesi, ninesi ‘muallim’ çıkmış, çıkabilmişti!  Onların dedeleri, daha doğru bir deyişle ecdatları; eğer hiç değilse okuryazar olabilselerdi matbaa ile yani basımeviyle yüzyıllar sonra mı tanışırdık?  Onları ecdat dedikleri gerçekten bilgili ve bilinçli, eğitim görebilmiş olsalardı çağının tanığı olabilselerdi emperyalist yayılmacılar, Osmanlı’nın ekmeğine bu kadar rahat çökebilir miydi?

Daha fazla uzatmayalım dilerseniz, çünkü bu konuda daha da sinirleniyorum!..

Gerçek olan şudur; Cumhuriyet’in ilan edilişinden kısa bir süre sonra gerçekleştirilen Dil Devrimi, yüzyıllarca ağzı dili bağlanan halkı yobazlara üfürükçülere teslim eden, dinsel hurafelerle insanı insanın kulu görenlerin çıkar bağını koparmıştır, inancındayım. Şimdilerde ise maalesef o bağnaz yobaz takımının torunları, uzantıları fırınlarda ekmeği ithal buğdayla karmakta, Osmanlının batık eğitimine öykünmektedir. Kentlerimiz, kasabalarımız, köylerimiz dahi İngilizce, Arapça, gibi dillerin, kültürlerin işgali altında adeta…

Bu ülkede hala ne yazık ki, Dil Devrimi acımasız ‘dil cellatları’ tarafından “Türkçeye yapılan bir suikastın sonucu gibi” gösterilmeye çabalansa da Nâzım Hikmet’ in dediği gibi ‘DİLİMİZ YÜRÜYOR’ Türkçemiz konuşulmaya devam edilmektedir. Dini siyasete araç yapan, yapmayan hemen herkes daha dün saçma sapan sebep ve bahanelerle yasaklanan yüzlerce Türkçe sözcüğü şıkır şukur kullanmaktadır. Sizler buna ‘CAHİLLİK’ mi, yoksa ‘İKİYÜZLÜLÜK’ mü, dersiniz, bilemem ama ne derseniz deyin, nasıl tanımlarsanız tanımlayın benim bu konuya dair son sözüm şudur; Dilimiz Türkçe yenileştikçe, düşünce yenileşir; dilimiz Türkçe varsıllaştıkça yani geliştikçe düşünceler daha da özgürleşir!..