Yazımın başlığı uzun olmasın, diye kısa tuttum. Aslında ‘Liberaller asla demokrat olamaz, solcu, özgürlükçü hiç olamaz!’ şeklinde başlık atsaydım daha doğru olacaktı belki de…

Evet, bu girişten de anlaşılacağı üzere bugünkü yazımın konusu liberaller üzerine olacaktır. Şimdi başlıyorum anlatmaya. Daha önce başka bir yazıma da konu ettim, anımsayacaksınız; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yakın geçmişte hayat pahalılığı, hemen her gün artış gösteren fiyatlara ve dolayısıyla artan enflasyona ilişkin yayımlandığı fetvasında; “Fiyatları tayin eden Allah’tır” şeklinde görüş açıklamıştı. Bu söz konusu fetva kanımca, hem Diyanet İşleri Başkanlığı’nın etki ve yetki alanının ulaştığı boyutları gösterirken hem de laikliğin ne denli aşındığını ortaya koymaktaydı. Bu durum İktisat kuramı açısından ise tüm bildiklerimizi altüst etmekte dolayısıyla benim gibilerini dehşete düşürüyordu. Üretim, miktar, maliyet, kâr oranı, pazara erişim olanakları, rekabet koşulları, arz – talep dengesi gibi iktisadın temel prensiplerini kast ediyorum. Bu işin bir yönü, gelelim diğer yönüne. Acaba sözünü ettiğim o liberaller, daha moda bir deyimle Neo Liberaller, yakın zamana dek iktidar blokuna her türlü desteği vermiş olan, 2010 referandumunda FETÖ’nün önünü açan, 2016’daki 15 Temmuz kalkışmasının çakıl taşlarını iyice döşemesine sebep olan ‘yetmez ama evet’ diyenler, numaracı cumhuriyetçiler, ne düşünüyorlardı acaba fiyatlara ilişkin fetva verenler hakkında, diye öteden beriye hep düşünmüşümdür!..

Bilindiği gibi, liberallere göre, insan; ‘Doğuştan akılcı ve faydacı bir varlık olduğundan, öncelikle çıkarını düşünür, buna uyun davranır. Toplum da bu tür insanlardan oluştuğu için, işler ekonomik düzlemde verimli şekilde yürür. Devlete düşen, özgürlük ortamını sağlamak, özgürlükleri korumaktır.’ Oysa ki liberaller; Eşitsizliklerin egemen olduğu toplumda, devletin salt özgürlük ortamını sağlaması ve korumasının, gerçekte eşitsizliği korumak ve kurumsallaştırmak anlamına geldiğini asla görmezler, görmek istemezler!..’

Yine Liberallere göre; Serbest piyasa adeta kutsaldır, dokunulmazlığı vardır. Rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisi, her derde devadır. Sosyal devlete, fırsat eşitliğine, artan oranlı vergilere, devletin ekonomiye müdahalesine karşı olduklarından, demokrasi ve piyasa arasında doğrudan bağ kurarlar. Hatta demokrasi ve özgürlüğü, özelleştirmeyle bir tutanları bile vardır. Sermayenin önüne konan her türlü engele karşıdırlar. ABD’de 1980’lerde Başkan Ronald Reagan, aynı dönemde İngiltere’de “demir leydi” lakaplı başbakan Margaret Thatcher, Türkiye’de Turgut Özal’ın uyguladıkları bildiğimiz bu liberal ekonomi programı, maalesef halen çok etkilidir ve sadece siyasette merkezin sağını değil, merkezin solunu da hayli etkilemiş, etkilemektedir. Daha yakından bakıp inceleyince, yeni sağ ve ‘Neo Liberalizm’ şeklinde adlandırılan siyasal düşüncenin, günümüzde ‘liberal sol’ ve ‘sosyal demokrasi’ üzerindeki etkisi açıkça görülmektedir. Liberaller, sosyal ve iktisadi eşitsizlikleri ‘Doğal, olağan, kaçınılmaz gerçeklik’ olarak kabul ederler. Buna itiraz etmenin anlamı yoktur onlara göre; ‘Aklını kullanan, fırsatları değerlendiren, karşılığını alır, zengin olur. Gerisi kime ne olduğu, ne olacağı hiç önemli değildir.’

Dahası Liberallere göre; Piyasada satılabilen her tür mal ve hizmet, alıcısı olduğu sürece birer tüketim ve üretim nesnesidir. Her şey alınır ve satılır. Önemli olan getirdiği kazançtır. Pazardaki boşluğu gören, yükselen talebi keşfeden müteşebbis, tüketici neyi istiyorsa, onu üretir, satar. Neyi, ne kadar üretip, kaça satacağını, piyasa belirler. Bu kesin, şaşmaz bir yasadır liberallere göre. Cep telefonu gibi, konut gibi, ayakkabı gibi, eğitim ve sağlık hizmeti de alınır, satılır. Hastane ve okul da birer işletme olduğundan, doktor ve öğretmen pazarlama elemanı, hasta ve öğrenci müşteridir. Parası olan, istediği hastanede tedavi olur, istediği okula gider. Yaşadığımız dünya, derin yoksulluk, işsizlik, eşitsizlik, adaletsizlik, varsıl ile yoksul kesimler arası derinleşen uçurumlar, aslına bakarsanız liberalizmin büyük yenilgisini kanıtlamaktadır. Asıl sorun, bunu halka anlatacak kamucu, toplumcu, halkçı, devletçi, planlamacı siyaseti örgütlemekten geçmektedir. Eğer bu ülkede yetkin ve etkin olanlar, olmak isteyenler bu vahim durumun farkında değil ise korkarım ki, benim ve sizler gibilerin yapacak hiçbir şeyi yoktur o zaman!..